Adım Yeşil.
Hikayem henüz on yedi yaşında, sıradan bir lise öğrencisiyken başladı.
Tamam, belki o kadar da sıradan bir liseli sayılmazdım çünkü yaşıtlarımın aksine insan içine çıkmaktan, kız kıza alışveriş merkezlerinde gezinip dedikodu yapmaktan ve en önemlisi de her hafta başka bir erkekten hoşlanmıyordum. Sınıf arkadaşlarımla aramdaki muhabbet sınav günlerini sormaktan ibaretti. Gereksiz bir zorlamayla kendimi 'sosyal varlık' statüsünden ayrı tutmaya ve diğerleriyle olabildiğince az iletişim kurmaya çalışıyordum. İnsanlara olan güvenim, doğuştan yetersizdi. Sanki daha anne karnındayken hayatın tüm sillesini yemiş ve dünyaya gözlerimi açar açmaz, kimsenin hayatıma dışarıdan müdahale edip, bana herhangi bir konuda zarar veremeyeceğine ant içmiş gibiydim.
Mimiklerim ücretliydi.
Her birini sanki cebimden ödüyormuşçasına, yeri gelmedikçe gülümsemez, evim havaya uçurulmadıkça şaşırmaz yahut suratımın ortasına kocaman bir yumruk yemedikçe sinirlenmezdim.
Aile bağlarım annemden ibaretti.
Babamı küçük yaşta kaybetmenin verdiği etkiyle, anneme dünya üzerindeki diğer kız çocuklarından bir tık daha fazla bağlanmıştım. Her gün bıkmadan onunla hayallerimi paylaşır, gün içinde yaşadığım her saniyeyi eve gelince ilk iş olarak ona anlatırdım.
Bunun dışında ise ders çalışmaktan, özellikle de sayılarla uğraşmaktan nefret ediyordum. Açıkçası okul benim için yalnızca zaman kaybıydı. Onu, ulaşabileceğim hayallere yönelik bir adım olarak görmüyor, tam tersine en verimli çağlarımı, mezun olduktan sonra hiçbir işime yaramayacak olan bilgileri beynime doldurarak, asıl yöneleceğim işte kullanmam gereken hevesimi ve hayat enerjimi sömürdüğünü düşünüyordum.
Benim bu dünya üzerinde ilgimi çeken tek bir alan vardı. Gelecekteki planlarımı süsleyip, kendimi motive edebildiğim yegane zevkim:
Resim!
İşte bu yüzden, zamanımın büyük bir kısmı çizim yapmakla geçiyordu. Evde, okulda, bahçede, yolda... Neredeyse temel ihtiyaçlarım dışında yaptığım tek şeydi resim. Bir an önce şu iki senenin geçmesini ve güzel sanatlar fakültesini kazanıp yalnızca bu işe yönelmeyi diliyordum.
Ancak ortada küçük bir sorun vardı. Yapabildiğim tek şeyin bu olduğu küçük dünyamda hala işimin zirvesinde değildim, neredeyse hiç yol kat etmiyordum. Çizimlerim oldukça sıradandı ve ihtiyaç duyduğum şeyin bir ilham perisinden fazlası olduğunun yeterince farkındaydım.
........
Sıradanın bir adım ötesine
'Evet, herkes kitaplarını ve ders notlarını ortadan kaldırsın, sınav beş dakika sonra başlıyor!'
Sınav günlerinden nefret ederdim. Biyoloji öğretmenimin saç kesiminden ve o korkunç kıyafetlerinden de öyle... Sanki yüzyıllardır bir mağarada yaşıyormuş ve aynı anda gökkuşağının yedi rengini birden kıyafetlerinde kullanmaması gerektiğini kimse ona daha önceden söylememiş gibiydi.
Bana göre insan kendisini en güzel, giyinişiyle ifade ederdi. Yani 'Dış görünüşe aldanma, insanın içini bilemezsin.' sözü tamamen aykırıydı fikirlerime. O kişi hakkında ilk bakışta genel bir fikir sahibi edebilirdi bizi kıyafetler. Mesela haftanın her günü siyah giyinenler genellikle karamsar yahut gün içinde minimum beş defa yeni çıkan bölgesel yağlanma tedavisinden ve nedense sadece yaz mevsimi yaklaşırken ani bir aydınlanmayla fark edebildikleri o fazla kilolarından bahsetmelerse, içi rahat edemeyip küt diye gidecek olan tiplerdir. Rüküşlüğüyle gündeme gelenler, büyük ihtimalle sevgilisinden yeni ayrılmış olup, hayatı bir süreliğine kendine bakamayacak kadar boş veren, ruhu sönmüş insanlardır. Günlük hayatta ciddi kıyafetleri tercih edenler ise genelde 'Bir bardak kahve içmeden önce sana asla gülümsememi bekleme!' fikrinin savunucusu olan işkolikler yahut kendisinden birkaç yaş büyük olan sevgilisiyle aradaki farkı kapatmak adına kendince çaba gösteren genç kızlarımızdır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Senden Önce Bizden Sonra
Teen FictionHepimiz aynı dünyaya doğmuşken, içimizde taşıdığımız o küçük dünyaların birbirine bir ışık yılı uzakta durması, gençlik yıllarımın ilk birkaç senesini yalnız geçirmeme sebep olan yegane düşünceydi. Her birimiz farklıydık birbirimizden. Özel üretimdi...