Bütün gece resim yapmaya devam ettim. Portrelerim tamamen değişmiş, farklı renkler kullanmaya başlamıştım bu sefer. Gülen, etrafa neşe saçan, şapkalı kadınlar çiziyordum. İlk kez fırçamdan bu kadar emindim ve kendime güveniyordum.
Su içmek için ara verdiğim sırada ise telefonum çaldı. Arayan annemdi ve özet olarak günlük raporumu istiyordu. Arkadaşça konuşup, moralimin iyi, resimlerimin de istikrarlı bir şekilde devam ettiğinden emin olduktan sonra tekrar anne moduna dönerek bana şunları hatırlattı.
'Tencerede yaprak sarması ve dolmalar var, ısıtıp yemeyi unutma, bu aralar sık sık makarna yapman gerekecek diye sana çeşitli soslar ve bir de hazır çorbalar aldım, buzdolabının yan bölmesindeler!'
'Tamam, teşekkür ederim annecim!'
'Bir şeye ihtiyacın olursa diye Serpil teyzeni de tembihledim. Gerçi senin huyunu biliyorum, ne kadar söylersem söyleyeyim gidip yapmayacaksın ama yine de aklında bulunsun, o biricik yan komşumuz, eğer bir şeye ihtiyacın olursa çekinmeden gidip zillerini çalabilirsin.'
'Tamam anne!' dedim bu sefer daha bıkkın bir ses tonuyla.
Ufak sorgulamasını ve anne tavsiyelerini bitirdikten sonra, kendi yaptıklarını anlatmaya başladı bu sefer.
Biricik annem bir ay boyunca Avrupa'nın yedi farklı şehrini gezecekti. Ses tonundan bile heyecanını anlayabiliyordum. Sorun ettiği tek konu beni özlemek ve tek kaldığımı düşünmekti.
Konuşmayı sonlandırmadan önce sordu.
'Gelirken sana bir şey getirmemi ister misin?'
Bu soruyu her turnesinde sorar, her seferinde de hayır cevabını alırdı benden. Fakat bugün, benim için sıradan bir gün olmaktan çıkmıştı artık. O yüzden birkaç saniye düşündükten sonra aniden 'Şapka!' dedim.
'Bana gittiğin her şehirden farklı modellerde şapka getirmeni istiyorum.'
Annem senelerdir duyduğu ilk istek cümleme bir hayli şaşırmış olacak ki gecikmeli olarak 'Tamam prensesim.' dedi. 'Sen yeter ki iste!'
.......
İlk derse her zamanki gibi geç kalmıştım. Fakat bu seferki mazeretim uyuyakalmak yahut kahvaltıda oyalanmak değildi. Otobüsü de kaçırmamıştım. Hatta çalar saatim bir buçuk saat erken uyandırmıştı beni. Tek nedenim Kaya'ya güzel gözükebilmek için bu sabah hazırlanmamın bir hayli uzun sürmesiydi.
Öğle yemeğinden önceki tarih dersi, benim için bir türlü geçmek bilmiyordu. Sanki ilkçağdan günümüze kadarki zamanı ağır çekimde tekrar yaşıyordum. Öğretmenimiz Muhittin Bey'in kravatındaki o tanımlanamayan cisimler de arada bir gözümü almasa, akreple yelkovanın üçüncü dünya savaşını başlattıklarından emin olabilirdim. Bir an önce barış ilan edip, birbirlerine sarılmalarını bekliyordum.
Ayağımı her üç saniyede bir sıraya vurarak, gergin bir şekilde kalemimin arkasını çiğnerken, tam kendimi her şeyden soyutlamıştım ki kafama atılan bir kağıt parçası irkilerek aniden kendime gelmemi sağlamıştı. Üstünde 'Beni oku!' yazıyordu. Kağıdı hızlıca açarken, içindeki çarpık çurpuk harflerin görünmesiyle birlikte, kafamda kimin yazmış olduğu hakkında bir tahmin oluşmuştu.
'Uzaklara dalıp gitmene gerek yok, ben çok yakınındayım.'
Neyse ki zil tam zamanında çalmıştı ve Demir'e suikast düzenleme suçundan gençlik yıllarımı hapislerde geçirmeyecektim.
Sınıftan hızlıca çıkarken, elimdeki kağıt da çoktan çöp kutusunun dibini boylamıştı.
.......
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Senden Önce Bizden Sonra
Teen FictionHepimiz aynı dünyaya doğmuşken, içimizde taşıdığımız o küçük dünyaların birbirine bir ışık yılı uzakta durması, gençlik yıllarımın ilk birkaç senesini yalnız geçirmeme sebep olan yegane düşünceydi. Her birimiz farklıydık birbirimizden. Özel üretimdi...