Hope

661 31 7
                                    

Arkadaşlar bölüm biraz geç geldi kusura bakmayın. Bunu telafi etmeye çalışacağım :) Keyifli okumalar..

*

Asırlardır doğaüstü aleme korku salmış bir adam. Yalnız, kimsesiz ve acımasız yaşlı bir melez. İçinde barındırdığı duyguları kimsenin bilmediği bir ölümsüz. İşte o adam benim. Nikalus Mikaelson. Mikaelsonların üvey kardeşi. Her şeye ve herkese kızgın olmamın sebebini kimse bilmiyor ve bunu hiçbir zaman da bilemeyecekler. Eğer uzun süre yaşıyorsanız, hem de baya uzun bir süre. Kendi hayatınızda kaybolmanın ne demek olduğunu bilirsiniz.. Bu bir insan için pek mümkün olmayabilir, ama ben biliyorum. Hayatımda ki tek önemsediğim şey ailem. Asırlardır bunun uğruna yaşadım, savaştım, direndim ve devam de edeceğim. 

İçimdeki canavarı dizginleyen tek şey kızım,Hope. Dahlia ve Katie öldü. Bana yaptıklarından sonra yaşamalarına izin veremezdim. Hope, hala bulunamadı yerini biliyoruz fakat Freya'nın yaptığı büyüler tam olarak belirlemeye yetmiyor. Kimse bilmese de bu bana acı veriyor. Onu kaybedemem hayattaki sahip olduğum tek gerçek. Ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilmiyorum...

Omzuma dokunan eli hissedince kafamı yavaşça arkaya doğru çevirdim.

"Irina.." dedim sessiz bir şekilde.

"Nik. Burada ne arıyorsun." dedi sorar gözlerle.

"Buranın güzel bir manzarası var. New Orleans ayaklarının altında adeta." dedim.

"Ben manzaranın aksine, kafanın içindeki düşünceleri merak ediyorum. Çünkü ne zaman böyle yerlere gelsen. Aklında hep bir düşünce olur. Artık düşünmeyi bırak Nik." dedi. Yanıma geçerek.

"Kızım. Kızımı düşünüyorum. Onu bulmam gerek." dedim. Konuyu saptırarak.

"Freya bunun için uğraşıyor, Cadı meclisinden birisi ona yardım edecek. Şuanda alt katta araştırma yapıyorlar." dedi elini tekrar omzuma attı " Endişelenme. Onu bulacağız" dedi ve gülümsedi.

Birinin ayak seslerini duydum ve arkamı döndüm gelen Freya idi. "Nik. Onu bulduk! Louisiana da kıyıya yakın bir yerde." dedi heyecanlı ses tonuyla. 

" Ne duruyoruz! yola koyulalım." dedim ve hızla alt kata indim.

Elijah'ın şaşkın ifadesinden kaçarak odama girdim. Ceketimi ve arabanın anahtarlarını aldım. Odadan çıktım Elijah'ın omuzlarından yakaladım. " Onu bulduk kardeşim! Hemen yola koyulalım." dedim neşeli olduğumu anlamış olacaklar ki şaşırmış ve bir o kadar da sevinçli idiler. Rebekah, Freya ve Elijah kendi araçlarına bindiler. Ben ve Irina benim arabama bindik. Direksiyonda Irina vardı. Araba sürmekten baya hoşlanır o yüzden o geçti direksiyona. Yol boyu hiç konuşmadık. Sadece camdan dışarıyı seyir ediyordum. Deniz kıyısına yakın bir yerde durduk. Arabadan indim ve Freya nın yanına gittim. " Nerede o?" dedim sabırsızlıkla. Arabanın bagajın dan eski bir harita çıkardı. " Bana elini uzat kardeşim. Kanın onu bulmamıza yardım edecek." dedi. Hemen elimi ağzıma götürüp ısırdım. Avucumu haritaya doğru tutup sıktım. Kanım haritaya damlayınca, Freya'nın ağzından anlamadığım kelimeler döküldü. Kanım biraz ilerledikten sonra durdu. Freya bana doğru baktı ve;

" Onu bulduk!" dedi eliyle karşımızdaki evi göstererek. " İşte. Orada." dedi.

Ben ve Elijah vampir hızıyla oraya doğru koşmaya başladık. Kapı kilitliydi, ama benim artık daha fazla sabrım kalmamıştı. Kapıya bir tekme savurup uçurdum. İçeri girdim, Elijah ile alt kattaki odaları gezmeye başladık. "Burada değil kardeşim." Elijah'ın sesi yan odadan geliyordu. Hemen o odadan çıkıp merdivenlerden yukarı çıktım ve ilk odaya daldım. Odaya girmemle sevgi duygularımın kabarması bir oldu. Kızım, Hope. Karşımda duruyordu. Yatağa uzanmış, havaya tekmeler savuruyordu. Adeta sevinç çığlıkları atıyordu. Onun bu neşeli sesi beni benden alıyordu. Ona doğru bir adım atmıştım ki, yan tarafımdan birinin üzerine çullanması ile yere savruldum. Vampir hızımla ayağı kalktım. Karşımda benim boylarım da iri yarı genç bir çocuk vardı. Gözleri kırmızı bir hal aldı. Üstten ve alttan azı dişleri uzadı. Tırnakları sivri bir hal aldı ve gür bir sesle kükredi. Bu da neydi böyle.. 

Gözlerimi ve dişlerimi ortaya çıkararak hırladım. Bana doğru atıldı ve pençesini göğsüme doğru savurdu. Göğsümde ki acıyla inledim ve boynundan tutup, kafasını arkadaki duvara vurdum. Geriye doğru bir tekme atıp beni savurdu. Bu kadar genç vegüçlü bir rakip ilk defa karşıma çıkıyordu. Bana doğru havaya sıçradı ve omzuma doğru bir pençe savurdu. Acıya aldırmadan ayağı kalktım. Baya sinirlenmiştim. Attığı yumruğu sol elimle yakaladım ve sağ elimle boğazını kavradım. Boğazını sıkarak önümde diz çöktürdüm. Gözümün altımdaki damarları hissedebiliyordum. Öfkeli bir ses tonu ile;

"Kimsin sen!" dedim.

Elijah'ın sesiyle bakışlarımı kapıya çevirdim. " Burada olmaz kardeşim." dedi. Beni uyarırcasına. Odaya giren Rebekah bize aldırış etmeden Hope'u aldı ve çıktı.Kızıma benden önce birinin sarılması öfkemi güçlendirmişti. Bakışlarımı çocuk doğru çevirmiştim ki elimden sıyrılıp hırladı ve pençesini boğazıma savurdu. Boğazımdaki acı ile dizlerimin üzerine çöktüm. Elijah çocuğun üzerine doğru koştu, bir yumrukla yere serdi. Ayağa kalktım ve çocuğa doğru yöneldim. 

"Ne tür bir varlıksın ya da kimsin bilmiyorum ama biz öldürülemeyiz." dedim soluk soluğa. Çocuk ayağa kalktı. İkimize birden bakarak. "Ben Dylan. O bebeğin koruyucusuyum. Aylar önce Dahlia denen bir cadı o bebeği buraya getirip korumamı söyledi. Ben bir saf kan Alfayım. Alfa olarak doğdum. Alfaların alfasıyım." dedi ve devam etti. " Aslında o yaşlı kadının dediklerine aldırış etmemiştim. Ama gözlerim bebekle buluştuğunda kendimi farklı hissettim. İçimdeki ses resmen bana, onu korumalısın diyordu." dedi soluk soluğa.

" Dahlia, öldü. Kızımı benden aldı ve bunun bedelini ödedi." dedim ürkütücü bir sesle. " Ney olduğun umrumda bile değil. O benim. Ondan uzak dur yeter." dedim ve çıktım. Elijah da arkamdan geliyordu. Dışarı çıktığımda, Hope, Rebekah'ın kucağındaydı ona doğru yöneldim ve kollarımı uzatıp Hope'u kucağıma aldım. Dışarıdan nasıl göründüğümü az çok biliyordum. Savunmasız, masum duygular içerisinde genç bir adamdım. Hope, benim insani duygularımı ortaya çıkartan tek şeydi. Gözlerinin içi gülüyordu adeta. Avucunu suratıma yerleştirip gülümsedi. Bunu sonsuza dek sıkılmadan yapabilirdim. 

"Hey! Onu nereye götürüyorsunuz?" dedi bir ses. Ölümcül bakışlarımı sesin geldiği yere doğru çevirdim. Bu Dylan'dı. Hope'u Elijah'a verdim ve ona doğru ilerledim. 

"Ait olduğu yere, çocuk!" dedim duygusuz bir sesle. Az önceki adamdan eser yoktu. 

" Bakın ne olduğunu öğrenmem lazım. O bebekte beni çeken bir şeyler var. Benimde sizinle gelmeme izin verin." dedi çaresiz bir şekilde. Doğru söylüyor olabilir miydi? Hope'u korumak için benimle savaşması bu yüzden miydi yani. Biraz düşündüm ve bunun iyi bir fikir olmadığına karar verdim. " Hayır." dedim ve arkamı döndüm arabaya doğru yönelmiştim ki, her zamanki gibi Elijah " Kardeşim. Dedikleri doğru olabilir. Bizimle gelmesine izin verelim." dedi. Belli ki oda merak etmişti. Irina ya doğru gözlerimi çevirdim. Başını bir aşşağı, bir yukarı onaylarcasına salladı. Başımı omzuma doğru çevirdim. " Tamam. Geliyorsun. Ama ne olduğunu çözer çözmez. Ya ölürsün. Ya da gidersin." dedim ve devam ettim " Eğer araban yoksa arkada ki araçla geliyorsun. " dedim emir verir gibi. "Tamam" dedi ve araca yöneldi. " Bende Hope'u alıp araca bindim. Irina arabayı çalıştırdı ve yola koyulduk. Gözlerimin Hope'un gözlerinde kayboluşu beni benden alıyordu.. Kızım, Benim insani yönüm...


*

Arkadaşlar kısa oldu biliyorum ama bu saatte elimden gelen bu. Hikayeyi sonlandırmayı düşünüyorum ne dersiniz sizce bitirmeli miyim? Votelemeyi unutmayın. Görüşlerinizi yorumlarsınız sevinirim :) 


Kaybolmuş Köken.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin