Gelen seslerle uyandım ancak gözümü açmadım. Biraz dinlediğimde iki adamın konuştuğunu anladım. Dikkatle ne dediklerini anlamaya çalıştım.
"Onu üsteğmen yavuza götürmeliyiz. Bize para ödeyecektir."
"Ya ödemezse? O adamdan korkulacağını söylüyorlar. Tehlikeli biri. Ona güvenemeyiz."
"O zaman onu takas için bir yere çağırmalıyız."
"Tamam, ben hallederim." Dedikten sonra ayak sesleri geldi. Bu ikisi sığınağın mutfağındaki iki adamın sesiydi. Sanırsam burası sığınak değildi çünkü gözkapaklarımdan içeri taşan aydınlık dışarıda olduğumuzu gösteriyordu. Yattığım yer çok rahatsızdı. Özellikle boynumda bir ağrı vardı. Etraftaki sesler kesildiğinde gözlerimi yavaşça açtım. Görünürde kimse yoktu ve yanımda bir araba vardı. Ayaklarımı uzattığım tarafta ise çalılıklar vardı. Çalılıkların diğer tarafında ise patika yol vardı. Elimi yavaşça boynuma götürdüğümde gözlerimin önüne birkaç kesit geldi. Kaçmaya çalıştığımı ve kaçarken yakalanıp boynuma büyük bir iğneyi sapladıklarını hatırladım. Ve ardından gözlerimin karardığını...
Yavaşça ayağa kalktım ve etrafıma baktım. Arabada oturmuş bir şeyler konuşan o iki adamı gördüğümde hemen eğildim bir süre öylece bekledim. Arabadan inen kimse olmadığında beni görmediklerini anladım. Yavaşça yere oturdum ve eğilerek arabadan görülmeyecek kadar uzaklaştım. Daha fazla gidersem beni görecekleri için koşmaya hazır bir pozisyon aldım aniden son hızımla ormana doğru koşmaya başladım. Birbirine sık ağaçların arasından koşarken omzumun üstünden arkama baktım. İki adam daha yeni arabadan iniyorlardı. Hızla ormana doğru koşmaya başladılar. Aramızda büyük bir mesafe vardı. Saklanmayı düşündüm ancak etrafta pek bir yer bulamıyordum. Sonunda önüme küçük bir göl çıktığında hiç düşünmeden atladım. Kafamı suyun içine gömüp beklemeye başladım. Yaklaşık iki dakika bekledikten sonra ciğerlerim beni zorlamaya başladı ve dayanamayıp çıkmaya karar verdim. Şimdiye dek gitmiş olmalılardı. Suyun içinde çömeldiğim yerden kalkmaya çalışırken vücudumu hareket ettiremediğimi gördüm. Yalnızca yüzümü oynatabiliyordum. Sonunda dayanamayıp gölün pis suyunu ciğerlerime doldururken kollarımdan tutulup yukarı çekildiğimde öksürmeye başladım. Ben hiçbir yerimi kıpırdatamadığım için yalnızca beni çeken kişiye bakabilmiştim. Bu benim yaşlarımda bir erkekti. Kumral saçları ve griyle yeşil arası gözleri vardı. Beni sudan çıkarıp yere yatırdığında kendi de yanıma çömeldi ve göğsüme hızla bastırmaya başladı. Ben yuttuğum tüm suları kusarken kafamı kaldırdı ve yardım etti.
Sonunda öksürmeyi bıraktığımda kafamı yere bıraktı ve yanıma oturup ellerini arkaya yasladı. "İyi misin?" dediğinde gözlerimi ona çevirdim. "Evet, sağ ol." dedim sorusuna cevap olarak. "Peki neden hareket edemiyorsun." Dediğinde biraz düşündüm. Sanırım bana vurdukları iğne yüzündendi. İğne daha etkisini göstermeden kaçtığım için şanslıydım. "Bir çeşit iğne vurdular. Sanırım onunla bir alakası olabilir." dedim. Bir süre bir şey demedi.
Sonunda "Seni bulduğum için şanslısın." dedi.
Güldüm ve "Evet sanırım sana borçlandım." dedim parmaklarımı oynatmaya çalışırken. "Bak sanırım oynuyor" dedim parmağımı oynatırken. Kaş göz yaptığında "Parmağım" diye hızla ekledim. Gözlerini parmağıma çevirdi ve bir süre baktı. "Hayır, kıpırdamıyor" dediğinde ofladım.
"Yaklaşık bir saate iğnenin etkisi geçer. Ben yiyecek bulacağım" dedi ve ayağa kalktı. Arkasını dönüp yürümeye başladığında "Hey! Bir şey unutmuyor musun?" dediğimde durdu ve düşündü. "Ah, evet bıçağım" deyip başucumdaki bıçağa yöneldi. Bıçağı alıp yeniden hızla o yöne gittiğinde ofladım ve beklemeye başladım.
Yaklaşık yarım saat bekledikten sonra sonunda ağaçların arasından göz hizama girdi. Şimdilik sadece kollarımı, ayaklarımı ve kafamı oynatabiliyordum. Yanıma vardığında elindeki poşetleri bir kenara bıraktı ve çömeldi. "Seni buradan götürmeliyiz" dedi ve kolumun birini tutup kaldırdı. Başını eğip kolumun altına soktuktan sonra eliyle diğer kolum altından tuttu ve kaldırdı.
Ormanda ilerlerken sonunda varmış olacağız ki beni ağacın dibine yasladı ve poşetleri almaya gideceğini söyleyip gitti. Hava yeni kararmaya başlıyordu. Beni bıraktığı yerde çantalar vardı ve buda burada konakladığını gösteriyordu.
Sonunda geldiğinde poşetlerdeki yemekleri çıkardı. Fazla bir şey yoktu. Poşetten iki şişe meyve suyu, birkaç domates, birkaç salatalık ve iki kavanoz turşu çıkardı. Ona garip garip baktığımda "Ne bekliyordun. Kavurma falan mı?" market çalışanları öldürülmüştü ve bulabildiğim pişirilmesi gerekmeyen her şeyi aldım çünkü eğer ateş yakarsak insanlar buraya toplanır. Hem bak tatlı da aldım" deyip poşetten iki paket cips ve iki tane çikolata çıkardı. Domatesleri ve salatalıkları dilimlemeden ağzıma tıkarken bir yandan da bacaklarımı kıpırdatmaya çalışıyordum. Biraz kıpırdamaya başlamıştı ancak yürüyecek kadar değildi.
Sonunda yemeklerimiz bittiğinde bacaklarım da tamamen düzelmişti. Ayağa kalktım ve görüp görülecek en iğrenç şekilde esnedim. Yeniden oturdum ve bıçağını bileyen çocuğa baktım. "Burada ne işin var?" dedim. Bana bakmadan cevap verdi "Bilinçlilere gidiyorum." Şaşkınlıkla bakarken bir soru daha sordum "Neden?" hala bıçağıyla uğraşıyordu ve bana bakmıyordu. "Babam bir üsteğmen. Askerlerinden hiçbirinin bilinçlilere giremeyeceğini çünkü bilinçlilerin babama güvenmediklerini söyledi. Bu yüzden askerlerin yerine ben gireceğim. Annem öldüğünden beri babam bana soğuk davranıyor. Onun gözüne girmem için bunu başarmalıyım. İstediğini yapacağım ve Ilgaz Soylu'yu ona götüreceğim. Babam Ilgaz'ın korunması gerektiğini çünkü Lionları kurtarmak için onun panzehir olduğunu söyledi. Ama daha yüzünü bile görmedim sen tanıyor musun?" dediğinde duyduklarımın karşısında büyük bir şaşkınlığa uğrarken tehlikede olduğumu hissettim ve soğukkanlı olmaya çalıştım. "Ilgaz mı? İlk kez duyuyorum. Hem nereden bileceğim?" dedim ve güldüm. Aklıma babasının kim olduğu konusunda bir fikir gelince sakince sordum "Baban kim bu arada?" hala bıçağıyla uğraşırken durdu ve gözlerini bana çıkardı. Şüpheli bir şekilde baktıktan sonra tekrar bıçağına baktı ve bilemeye devam etti. "Üsteğmen yavuz." dediğinde ben kaskatı kesilirken o hala bıçağıyla uğraşıyordu. Kaldırdı ve yaktığımız mumlardan birine doğru tuttu. Bıçağı inceledikten sonra eline hafifçe değdirdi. Eli kesildiğinde "Mükemmel" dedi tebessümle ve ayağa kalkıp çantasının yanına gitti. Kafasını çantasına yaslayıp bıçağı da başucuna bıraktığında ben hala şaşkınlıkla bakıyordum. Bana arkasını dönmüş yatıyordu ve ben yorulmuştum. Yarın onunla birlikte bilinçlilere gider ve kim olduğunu oradakilere anlatırım diye düşündüm. İyi birine benziyordu ancak deniz güvenli olmadığını söylemişti. Yavaşça yaslandığım ağaçtan sırtımı kaldırdım ve yere yattım.
****
"Kıpırdama yoksa cehennemde bulursun kendini."
Gözlerimi yavaşça açtım ve çocuğun boynuna bıçak tutmuş olan idile baktım.
----
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lion
Science FictionDuyduğum seslerle gözümü açtım. Bu gürültünün sebebi ne olabilirdi? Ve daha önemli bir soru; etraf neden karanlıktı? Tamam, gecenin bir yarısı olabilirdi ama bu karanlık şüphe uyandırıcıydı. Açık camdan gelen seslerin beni korkutmadığını söyleyemezd...