Adamı bir haftadan uzun süredir görmemiştim. Onu görmeye alışkın olan bedenimin şaşkınlığını saymazsak, terapistimin gözünde her şey iyiye gidiyordu. Böyle devam edersem bir hafta sonra tımarhanemden ayrılma işlemlerini başlatacağını söylemişti. Geceleri heyecandan uyuyamıyor ve dış dünya ile yüzleşmeyi bekliyordum. Endişeliydim çünkü adamın geri gelmesinden ve başka bir krize girmekten korkuyordum. Biliyordum her ne kadar iyileşip dış dünya ile yüzleşsem bile hastalığım, hep arkamdaki gri bir nokta gibi beni takip edecekti. Doktorum adamı yine görebileceğimi söylemişti. 'Bütün hastalarda görülen bir durum. Dış dünyaya çıkıp tekrardan buraya gelenler var. O yüzden her zaman kendine dikkat et. Onu duyduğun zaman bile duymamazlığa ver kendini ve her zaman önüne bak. Artık onun gitme vakti. Senin ise yeni hayatına başlama vaktin' demişti.Yeni hayat, dış dünya.. Size sıradan gelen bu terimler benim kurtuluşum ve 3 yılın acısıydı. Dış dünyaya çıkma isteğim korkumun azalmasına yetmiyordu. Ablamın evine gitmeyi planlıyordum. Gideceğim başka kimsem yoktu. Beni buraya atıp anca para ile yetinen anne ve babama gidemezdim. Tek umudum ablamdı. Onun beni anladığına emindim. Kardeşini sokaklarda bırakmazdı. Tutunduğum dal beni hayal kırıklığına uğratmazdı. İşte burası kocaman bir fiyasko.
Bir hafta geçtikten sonra tımarhaneme büyük bir sevinçle veda ettim. Sadece kahverengi saçlı çocuğun tuhaf bakışları ve gitme diyen gözleri içimin burkulmasına neden olmuştu. Kapı suratlı hemşirelerden kurtulduğuma seviniyordum. İzmir'in son sıcak günlerine denk gelmişti tımarhanemden ayrılmam. Sonbahar kapıdaydı. Güneşe hasret kalsam bile yağmurun tenimde hissettirdiği serinliği tatmak için heyecanlıydım. Otobüse binerek İstanbul'a olan yolculuğum sorunsuz bir şekilde geçmişti. Terminalden ayrıldıktan sonra terapistimin verdiği çantanın içini karıştırarak ablamın adresini buldum. Terapistim işime yarayacak özel eşyalarımı doldurtmuştu çantanın içine. Ablamın Bakırköy de tek katlı ve bahçesi olan bir evde oturduğunu söylemişti. Onu görmeye hazır olmasam da içimdeki duygular karmaşasına aldırmadan taksiye bindim. Adresi uzattım ve yola koyulmaya başladık. Yanımda bir miktar para vardı ve bunun içinde terapistime minnettardım. Her ne kadar bileti tımarhanemdeki üst düzey müdireler, müdürler ve bilmem neler ayarlasa bile kimse nakit para ihtiyacımı karşılamamıştı. Annem ve babam zengindi nasıl olsa onların yapması gereken şeyleri terapistim bana yapmıştı. Onu şimdiden özlemiştim ama tımarhanemi asla ve asla özlememiştim. Kurtulalı daha 24 saat bile olmamışken bunları düşünmem saçmaydı. Ben bunları iç sesimle tartışırken taksici 'Geldik' diyerek önümdeki beyaz renkli ve mavi panjurlu evi işaret etti. Parayı ödeyerek taksiden indim. Bavulumu peşimden sürükleyerek evin bahçesine girdim. Bir an geri dönmeyi düşündüm ama yapamadım. Buraya kadar gelmişken bunu yapmak büyük aptallıktı. Hem bunun akşamı vardı. Kız başıma bilmediğim bir şehirde sokakta tek başıma dolanmak hiç de cazip görünmüyordu. Daha çok tehlikeli bir havası vardı.
Elimi kaldırdım ve kapının tokmağına vurdum. 'Ben açarım anne' diyen kız sesinin adımları yavaşladı ve kapıyı açtı. Karşımda pembe elbisesi ve dağılmış saçları ile Derin vardı. Ablamın kızı. İlk çocuğu. Derin doğduktan sonra bana gelmeyi kesmiş ve kendi kabuğuna çekilmişti. Karşımdaki tatlı kız çocuğunu suçlayamazdım. O bunlar için çok saf ve temizdi. 'Merhaba' diyerek tebessüm etmeyi başardım. O da bana tebessüm etti. Ablamın ayak sesleri ve 'Kimmiş gelen Derin?' sesleri ile bakışlarımı Derin'in üzerinden çektim. Ablam kapıda belirdi. Gidip boynuna sarılmak istesem bile yapamadım. Gözlerim dolu dolu 'Benim abla, Alesia' dedim. Ablam duygudan yoksun bir sesle Derin'e içeri girmesini ve çizgi filmini izlemeye devam etmesini söyledi. Derin annesinden korkarak içeriye doğru girdi. Sanırım ablamın diğer yüzleri ile daha karşılaşmamıştı. İçimden karşılaşmaması için dua ediyordum. Kaba ve korkutucu biri olabiliyordu. 'Neden burdasın? Nasıl geldin?' soruları ile kendime geldim. Hayal kırıklığına uğramam ve kendime kızmam arasında gidip geliyordum. Neyi bekliyordum ki? Beni sarıp sarmalamasını ve 20 yaşımdan sonra bana ablalık yapmasını mı? Güldüm. 'İyileştim ve artık buradayım gerisinin önemi var mı ?' dedim. Tatmin olmamış bakışlarını gözlerimden ayırmadan iki adımda yanıma geldi. 'Buraya gidecek başka yerin olmadığı için geldiğini tahmin edebiliyorum Alesia. Fakat ben bunu kabul edemem. Derin var. Onun bu küçücük yaşı ile olanlara tanık olmasına katlanamam. O daha çok küçük ve masum. Onun hayatını mahvetmek istemezsin değil mi?' diyerek suratıma baktı. İhanet eden gözyaşlarıma aldırmaksızın ablama döndüm ve 'Haklısın. Benim hatam. Ben başımın çaresine bakarım' diyerek evin bahçesinden çıktım. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken ablamın beni evinden kovduğuna hala inanamıyordum. İnsan kardeşine bunu nasıl yapabilirdi? Hiç mi acımıyordu bana? Ya da benim için endişelenmiyor muydu? Bir kez daha kendime acıdım. Hayatıma ve çaresizliğime acıdım. Ben buydum ve değişmeyecektim. İster özgür, ister hapsedilmiş. İşe yaramazın tekiydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖZGÜRLÜĞÜN ARDINDAKİ AŞK
Dla nastolatkówÖzgürlüğüm sahip olduğum tek şeydi. Ta ki o belalı güne kadar. 35 artık benim uğursuzum. Bana yapılanları özetleyecek bu sayı. 35 gün.. Her gün duvara atılan çarpılar. Dayan diye emreden beynim. Bitecek, kurtulacaksın sözleri.. 'İyi olacaksın Alesia...