Ben gülümseyip tebrik ettim. Böylece aramızdaki farklılık elle tutulur bir hale gelmişti. Demek ki benimle bir geleceği olmadığını o da biliyordu. Eskisi kadar sık gitmiyordum kitapçıya.
Yine bir gün bir ders çıkışı uğradım. Meyveli çay yapmış, benim içinde bir kupa getirdi. O, kitapları yerine yerleştiriyor ben onu dinliyordum. Bir an durakladı, elinde fareler ve insanlar kitabını tutuyordu, bana bakmıyordu kitabın kapağına baktı, yavaşça yerine yerleştirirken fısıldadı:
-Benden korkmuyor musun Asya ?
Ondan korkmak hiç aklıma gelmemişti, bunu bana bakmadan soğuk bir sesle söylemesi gerçekten korkunçtu. İstem dışı bir adım geri gittim. o ise gülümseyip şaka yaptığını söyledi ama o anki yüzü, o ürpertici fısıltılı buz gibi ses aklımda takılı kalmıştı. Çayımı hemen bitirip:
-Ben gideyim artık, dedim. Musa,
-Hava kararmak üzere, istersen eve ben bırakayım, dedi. Ondan korkmuştum.
-Yok ben karanlıktan korkmam, dedim ve kaçtım oradan.
Onun hakkında hiç bir şey bilmediğimi o sıra fark ettim. Bu gizem bulutunun içinde saklanan Musa kimdi? Onu sislerin arasında tam göremiyordum, merak ediyordum. Merak ettikçe daha çok gidiyordum kitapçıya. Kitapçının yakınında bir kafede arkadaşlarımla biraz oturduk. Musa ile vakit geçirmek bu ukalalarla oturmaktan çok daha iyiydi. Bir bananeyle kalktım masadan ve koşar adımlarla gittim kitapçıya. Musa yoktu kitapçı dükkanında. Onun yerine yaşlı bir adam vardı, biraz oyalandım kitapların arasında çok geçmeden geldi Musa. Suratı biraz garipti, bana bakmıyordu, siyah gözleri iyice kararmıştı sanki. Yorgun bir sesle:
-Burda mıydın,diye sordu.
-Çok olamadı yeni geldim ben de, dedim. Kitaplara bakmaya devam ediyordum. Seçtiğim bir kitabı alıp öteki sandelyeye oturdum, laf olsun diye:
-Hayırdır moralin bozuk gibi... Umursamaz bir tavırdı kitap daha çok ilgimi çekmişti belki. Bu onun canını daha bir sıktı. Birden bağırarak
-İnsanlar ne kadar saçma şeyler yapıyorlar, neden sadece kendilerini düşünüyorlar, dedi.Çok şaşırmıştım.
-Neler oluyor, hiç bişey anlamadım Musa, dedim. Durdu uzun uzun yüzüme baktı, sanki yarım kaldı cümleleri sanki bütün onu saran bu öfkenin başkahramanı bendim sorular geziniyordu yüzünde. Derin bir nefes aldı sakin bir sesle:
- Sipariş ettiğimiz kitaplar gelmedi, dedi. Neden bu kadar sinirlendiğini anlamamıştım.
-Bunun için üzülme yarın sabah erkenden gelir belki. Hadi gülümse bakim, dedim. Musa zoraki bir gülümseme ile
-Çay içer misin, diye sordu. Başımla evet dedim.
Kitap raflarının arkasında kalan merdivenleri hızlıca çıktı Musa, yukarıya teras katı gibi yapmışlar. Merak ettim nasıl bir yer diye. Musanın peşinden birkaç basamak çıkmıştım ki, onu kendi kendine bir şeyler fısıldarken gördüm. Beni fark etmemişti, kendine kızıyordu sanki, duvardaki aynada kendi yansımasını azarlıyor, saçlarını yoluyor kendine tokat atıyordu. Sinirden boynundaki damarı belli oluyordu. O haline şaşırmış ve çok üzülmüştüm, hemen oturduğumuz masaya döndüm. Biraz sonra Musa benim yanıma geldiğinde gayet sakindi. Çay fincanını uzattı, masaya oturdu, çayından bir yudum aldı ve gülümseyerek
-Ee dersler nasıl gidiyor, dedi.
Sanki az önce şahit olduğum olay gerçek değildi, sanki o öfkeli adam başka biriydi. İçimden 'sanırım ben yanıldım' dedim, çünkü tam karşımda oturan Musa'nın saçları düzgün, konuşması yumuşak, gülümsemesi sıcak ve içtendi.
Günler geçmiş ben onun o çılgın halini bir daha hiç görmemiştim. Güneşin ihtişamla parladığı bir gündü ve ben sahilde denizi seyrediyordum. Kulaklığımda çalan şarkıyla dans ediyordu dalgalar. Önümde biri durdu, kafamı kaldırdığımda dünyanın en güzel siyah gözleri bana bakıyordu. Şaşırarak:
-Musa, dedim.
-Arada sırada bizde gezeriz , dedi.
Yüzümde onu sahilde görmenin şaşkınlığı asılı kalmıştı. Yürüdük biraz, denizden esen rüzgar onun dalgalı saçlarının arasından geçip yüzüme vuruyordu. Denizi karadan ayıran duvarın üstünde yürüyordum boyum Musa'dan ancak beş on santim uzundu bu sayede. Böylece köprüye kadar yürüdük, ben kaldırıma indiğimde o çıktı duvarı üstüne, oradan da köprünün demirden korkuluğunun üstüne çıktı iki kolunu yana doğru açtı, sirkteki cambazların ip üstünde yürümesi gibi o on cm demirim üstünde yürümeye başladı. Sakin görünmeye çalışıyordum
-Ne yapıyorsun? Denize düşeceksin, dedim. Yüzünde umursamaz bir gülümseme vardı. Ben tekrar:
-Lütfen oradan in, dedim. O dinlemiyordu beni, aksine benim telaşım hoşuna gidiyordu sanki.
-Oradan hemen inmezsen kitapçıya bir daha asla uğramam, dedim ve arkama bakmadan yürüdüm. İçimden dua ediyordum düşmesin diye, gözyaşlarımı tutmalıydım, çünkü bunu görmek hoşuna gidecekti. Arkamdan:
-Tamam indim, dedi. İndiğini ayak seslerinden anlamıştım zaten, olabildiğince hızlı koşarak kaçtım,
peşimden:
-Özür dilerim, diye bağırdı ama koşmadı.
Bu benim için bardağı taşıran son damlaydı. Kendi hayatına bile değer vermeyen biriydi Musa. Ondan uzaklaşmaya karar verdim. O günden sonra kitapçı dükkanına bir daha uğramadım. Hakkımda pek bir şey bilmiyordu, beni arasa bile bulamazdı.Bir kaç ay sonra ev arkadaşımın migreni tuttuğu için acile götürmüştüm. Ben kantinden su almaya giderken o kantinden çıkıyordu. Yüzü solgundu saçları dağılmıştı ve sol omuzu sarılıydı. Musa'yı hiç beklemediğim bir anda ve o halde görünce koridorun ortasında şaşkınlıktan dona kaldım.
![](https://img.wattpad.com/cover/61428193-288-k952749.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Oyun
RomanceKaranlık mı olacak artık. Onun gözleri gibi siyah mı bütün renkler. Ona inanmadım ben, işte benim cezaevim. Ne kadar uğraşsam da unutmaya, yeni açılmış bir yara gibi hep taze kalacak acısı bu gidişin. Kalbim parçalanırken acısından, gözlerimde sah...