Beni görünce Musa, kocaman gülümsedi aynı bir çocuk gibi saf kocaman bir gülücük ile. Bana doğru geldi, iyice sokulup yanıma bir sürü soru sordu sanki yaralı olan o değil benmişim gibi:
-Nasılsın Asya? Nerelerdesin sen? Neden hiç uğramadın?
Ben sadece bakıyordum. Cevap vermemi ya da soru sormamı beklemeden konuşmaya devam etti:
-Küçük bir iş kazası, dedi.
Hızlı hızlı konuşuyor gülümsüyor, seviniyordu. Biraz kantinde oturduk. Nasıl olduğunu anlamamıştım ama masadan kitapçıya uğrayacağıma söz vererek kalktım. Sanırım onu öyle görmek beni üzmüştü. İki üç hafta içinde iyileşmişti. Yine kitapçıda çay içip oradan buradan konuşuyorduk eskisi gibi. Konu nişanlısına gelmişti:
-O ne yapıyor, nişanlının haberi var mı bu kazadan, diye sordum. Musa ellerine bakarak:
-Ayrıldık, uzun zaman oldu ayrılalı, dedi.
-Neden?
-Boş ver Asya neden maziyi kurcalayıp canımızı sıkalım, dedi bakışlarını yerden kaldırmadan. Onu üzgün görmek istemiyordum. Daha fazla soru sormadım. Sadece anlamadığım onca olaydan sonra nasıl bana hala normal göründüğüydü. Sanırım problemi hissediyor ama kabul etmek istemiyordum.
İnsan ilk kendini düşünür ya hani, işte olan buydu. Onunla konuşmak, vakit geçirmek eğlenceliydi. İlginçti, nazikti ama asla hayatımı bağlayacağım biri değildi. Ne olursa olsun onunla yaşamayacağımı biliyor buna rağmen onunla görüşmeye devam ediyordum.
Bunu fark ettiği bir gün Musa, bakışlarını yere dikerek sordu:
-Senle ben ... biz... bir ömrü birlikte harcasak güzel olmaz mıydı, diye sordu. Güldüm.
-Bunun olamayacağını biliyorsun, dedim elimdeki kitabın sayfasını çevirirken. Musa'nın ne kadar ciddi olduğunu fark etmemiştim. Benim bu umursamaz ukalalığım onu çok kızdırmış olmalıydı ki ellerini masaya vurdu. İrkilmiştim. Direk gözlerimin içine baktı ve fısıldar gibi sordu:
-Neden?
-Yani biz fark...
Cümlemi bitirmemi beklemeden :
-Ne farklısı ya, neden bahsediyorsun sen, diye bağırdı.
Boynundaki damarı belli olmaya başlamıştı, elleri titriyordu. Ayağa kalktı, ben şaşkınlıktan sandalyemde kalakalmıştım. Bu kişiyi tanımıyordum, sanki başka birine dönüşmüştü Musa.
-Biraz sakin olur musun, ne oldu ki şimdi, dedim.
-Ben artık oyun oynamaktan sıkıldım, gözleri hala başkaydı, sen emin misin, yani olmaz mı diyorsun, dedi. Üzerime doğru hafif eğilmişti, nefes alışı bile değişmişti, kesik kesik soluyordu.
-Tamam biraz sakinleş sonra konuşalım, dedim. Arkasındaki rafa bir tekme attı.
-Sonrası mı kaldı bunun, dedi. Kitapları dağıtıyor, rafları deviriyordu.
-Ben gidiyorum, dedim. Ayağa kalktım.
Hemen kapının önüne geçti.. Cebinde çıkardığı çakısını direk sağ bileğine çaldı...
Şoka girmiştim. Kolundan kanlar akıyor, Musa ise:
-Gidersen kolumu keserim, diyordu. Nasıl bir çılgınlık bu, nasıl kolundan akan kandan haberi olmazdı.
-Tamam! Lütfen dur, diye yalvardım.
Sanki söylediğim hiç bir şeyi duymuyor, hiç bir yere gitmeme izin vermiyordu. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Gözümün önünde kan kaybediyordu. Soğuk kanlı olmalıydım. Sakince elimi uzattım, o da elini uzattı. Önce bıçağı aldım elinden, zor nefes alıyordum. Göz yaşlarım kesinlikle beni dinlemiyordu. Kanı durdurmak zorundaydım, yavaşça Musa'yı az önce kalktığım sandalyeye oturttum. O durmadan konuşuyordu, ben düşünmeden her dediğine evet diyordum. Hemen boynumdan şalımı çıkartıp Musa'nın kanayan bileğini sıkıca sardım. Onun bir şey hissetmediği belliydi. Her yer kan olmuştu. Telefonumun tuşlarında kan lekeleri bırakıyordum acil servisi ararken. Ambulans geldi, onu yarı baygın bir şekilde sedyeye aldılar. acı sirenini çalarak uzaklaşırken ambulans ben hıçkırarak ağlıyordum. Ellerimdeki Musa'nın kanına benim gözyaşlarım karışıyordu.
:(

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Oyun
RomansaKaranlık mı olacak artık. Onun gözleri gibi siyah mı bütün renkler. Ona inanmadım ben, işte benim cezaevim. Ne kadar uğraşsam da unutmaya, yeni açılmış bir yara gibi hep taze kalacak acısı bu gidişin. Kalbim parçalanırken acısından, gözlerimde sah...