(Görselde Mert ile Eda'yı görüyorsunuz.)
Canlara geldiğimizde balıkları ayıklamaya başladık, balıktan hiç anlamazdım açıkçası o yüzden pişirme işini Can'a bırakmayı tercih ettim. Can iş bulma konusunda benden çok daha şanslıydı ayrıca, çok iyi bir şirkette mimar olarak çalışıyordu ve epey dolgun bir maaşı vardı, haliyle evi de benim evim gibi bir apartman dairesi değil, tek katlı bahçeli bir evdi. Can mutfakta balıkları ayıklarken ben de tabakları ve bardakları mutfaktan bahçedeki masaya taşıyordum. Masayı kurduktan sonra salatayı hazırlamak için mutfağa geri döndüm, Can da balıkları hazırlamış mangalı yakmak için bahçeye çıkıyordu sanırım. Ben önüme bakmadan içeri girmeye çalışınca Can'ı görmedim, boyum da Can'a oranla kısa olunca beni görmedi yüksek ihtimalle ve bum! Çarpıştık, benim yüzüm Can'ın göğsüne yapışmıştı. Can'ı görebilmek için başımı kaldırdım, bu sırada burnumu tutmuş ve gözlerimi kısmıştım, çünkü burnumu göğsüne yapıştırınca gözlerim acıyla dolmuştu ve Can da o sırada bana bakmak için eğilince sızlayan burnumun dibinde Can'ın yüzünü gördüm. Bir an gözlerimiz kilitli öyle kaldık, sessizliği bozan ben oldum.
"Ya, çok özür dilerim. Önüme bakmadan haldır huldur gidiyorum işte..." dedim, gözlerimi kaçırmıştım.
"Saçmalama İpek, iyi misin sen? Gözlerin dolu dolu..." diye karışık verdi Can, çenemi yumuşakça ellerinin arasına alıp yüzümü kendine çevirdi. Nutkum tutulmuştu, ne diyeceğimi bilemedim.
"Ş-şey... Ben iyiyim ya, her zaman ki ben işte. Sakarlıkta bir numarayım bilirsin." dedim yüzüm kızarıyordu ve Can gözlerini benden almıyordu. İnadına mı böyle bakıyordu bu çocuk bana, kalbim aşırı çarpmaktan ya kanatlanacaktı ya da duracak...
"Ay, kapı çalıyor galiba Can, ben bir bakayım." diye hızla yanından fırladım, ama Can'ın yüzünde ki tebessümü gördüğüme emindim, bir de "Kaç bakalım..." dediğini duydum, durup kulak kesildim, ama başka bir şey duyamadım. Kapıyı açtığımda Eda ile Mert'in geldiğini gördüm. Yine her zaman ki gibi birbirleriyle uğraşıyorlardı.
"Mert Allah için bir rahat bırak ya, çok oldun ama artık!"
"Eda öyle demesene, giymişsin minicik elbiseyi! Seviyorum diyorum kızım, kıskanıyorum diyorum anlamıyor musun?"
"Ay İpek, bir şey de şuna! Valla delireceğim artık."
Eda ile Mert hakkında biraz bilgi vermem gerekiyor burada sanırım. İkisini de çok severim ve benim için yerleri ayrıdır. Eda ile Mert aynı üniversiteden mezunlardı ve onları tanıdığımdan beri –ki bu sanırım 6 yıl kadar bir zaman demek- Mert ve Eda birlikte. Mert gibi güzel seveni görmedim henüz, Eda'yı gözünden bile sakınır. Tek sorun, aşırı kıskançlığı ki, Eda bundan çok çektiğini sürekli vurgular.
"Ya yine mi Mert, bir rahat bırak kızın kıyafetlerini. Gayet güzel elbisesi işte..." Eda dizinin 1 karış üstünde mavi bir elbise giymişti, yakası kapalı, sırtında ufak bir pencere vardı. Cidden mavi ona çok yakışıyordu.
"Ya pıtırcığım elbisesine çirkin demiyorum, aksine fazla güzel. Niye geziyor böyle onu anlamıyorum, bakasınlar istemiyorum ulan!" Mert yine mükemmel bir cevap vermişti, her zaman ki gibi...
"Çocuk haklı İpek, giyiyorsunuz bir karış elbiseleri, etekleri katil olalım diye geziyorsunuz resmen." Can gülerek içeri girdi bir yandan da konuşmaya devam ediyordu. "Ben sana katılıyorum abicim, ne gerek var kısa eteğe. Giymeyin demiyoruz ki hem, giyin ama dışarı çıkmayın." Diye kahkahayı patlattı Can, sonra da Mert'e erkekçe bir dost selamı verip sarıldı.
"Hoş gedin abi, özlettin valla kendini."
"Hoş buldum abi ya, delirtiyor bu Eda beni. Ne güzel dedin ama, evde giysinler yani. Katil mi olalım?" dedi Mert imalı imalı Eda'ya bakarken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
3 Arada 1 Derede
Teen FictionHerkesin hayatı zordur. Kimimiz okulla boğuşuyoruz, kimimiz iş hayatına atılmak için çabalıyor. Kimimizin aşk hayatı mükemmel, kimimiz mükemmelin tanımını dahi yapamıyor. Hayat kimse için kolay değil. Dertlerimiz boyumuzu aşarken, biraz gerçeklik bi...