Bölüm 6 - Zaman Dursa?

4 0 0
                                    

(Görselde Can'ı görüyorsunuz.)

Eda ve Mert evlerine gitmişti, Eda giderayak kulağıma "Mert ile konuşup işin aslını öğrenirim ben, sen de hemen gitme biraz konuşun." dedi, zaten bu saatte tek gidemezdim, Can'ı beklemem gerekiyordu.

Can ile bahçede ki bardakları, tabakları topluyorduk, fazlasıyla sessizdik. Konuşacak şey bulma konusunda normalde sıkıntı yaşamazdık, ama bu gece kelimeler kendi kuyularına çekilmiş gibiydi. Sofrayı toparlama işi bitince mutfağa girdim, madem benim için böyle bir jest yapmıştı Can, mutfağını dağınık bırakmak olmazdı.

"İpek ben hallederim, bıraksana."

"Olmaz öyle, bunca şeyi benim için ayarladın zaten. Hiç değilse mutfağını derli toplu bırakayım Can, lütfen." dedim gözlerimi kırpıştırarak.

"Sevimli şebek, tamam madem... Sonra kahve yapayım mı, içer misin?" dedi, benden çok kendinin ayılmaya ihtiyacı var gibiydi.

"Geç sen içeri, ya da bahçeye ben buraları halledince seslenirim sana." diye yalan söyledim. Can da ikiletmedi beni ve "Tamam, bahçedeyim ben o zaman." diyerek yanımdan gitti. Can benim için çok farklıydı, onu 7 senedir tanıyordum ve 7 senedir bir gram bile sevgim azalmamıştı. Gelip aşık olduğunu bana söylediğinde, bundan tam olarak 2 yıl önceydi, ağlamamak için kendimi zor tutmuştum ve henüz 2 ay önce ayrılmıştı. Ayrılıkla iyi başa çıkmıştı aslında, kendini dağıtmamıştı, ağlayıp sızlanmamıştı ya da. Ama o kızı ne kadar sevdiğini bana anlatmıştı, şimdi sadece 2 ay olmuşken ayrılıkları bana karşı bir şeyler hissediyor olması fikri pek aklıma yatmıyordu. Kafamdan bunları geçirirken bulaşık işini halletmiş, ocağa kahveyi koymuştum bile. Bol köpüklü olmasa da köpüğü yerinde olan kahvelerimizi fincanlarına koydum ve Can'ın söylenmesinden korktuğum için bir fincanda ki köpükleri kaşıkla ona vereceğim bardağa aktardım. Yanlarına Can'ın stoklarından lokum koydum ve dökmemeye dikkat ederek bahçeye yanına gittim.

"Ihı-ıhım... Bol köpüklü, orta şekerli Türk kahveniz beyzadem." dedim, az önce düşündüklerimi aklımdan çıkarmaya çalışıyordum. Can'a belli etmemek için de gülümsüyordum.

"Ooo, İpek Hanım siz böyle kahve yapar mıydınız?" dedi, tatlı tatlı gülümsüyordu bana. Nasıl böyle tatlı olabilirdi bir insan? Ama Can olabiliyordu...

"Eh, bizimde kendimizce meziyetlerimiz var tabii, sadece sürekli yapıp olayın büyüsünü kaçırmak istemiyorum." dedim bir yandan gülüyor, bir yandan yanında ki hasır koltuğa oturuyordum. Can bana bakıyordu, ben kahveme. Nedense biraz utanmış gibiydim ve yanaklarım ısınmaya başlıyordu.

"Yanakların kızarıyor, rakı fazla geldi galiba?" dedi, daha çok dalga geçiyordu benimle. Bunu sesindeki tondan anlamıştım.

"Hiçte bile, rakıyı içmeyi bile sana ben öğrettim bir kere." dedim, ki bu doğruydu. O daha adabını bilmezken ben ailemle oturur rakı sofrasında sohbet eder, en derin tartışmalarımı yaşardım. Bizim ailede rakı içmek keyif işi değil, adap işiydi.

"Tamam, tamam" dedi gülerek "En hassas noktandan vurmayacağım seni." dedi gayet uyuz bir şekilde. Gıcık işte. "İpek be..." dedi sonra ben ona bakarken.

"Söyle Can'ım" dedim, yine o canım anlamıştı ama ben benimsemiştim onu.

"Bir daha desene..."

"Neyi bir daha diyeyim?"

"Canım diye... Bir daha desene..."

Sessizlik...

'Ne diyor lan bu çocuk, canım de diyor bana. Eda galiba haklı çıktın kızım! Ya onca sene sevdim ben seni, nasıl demem Can'ım diye? Hem de sen isterken... Rüya mı lan bu?' iç sesim birden coşmuş kafamda kelimeleri arkası kesilmeyecek gibi sıralamıştı, tek biri dışında 'CAN'IM'

3 Arada 1 DeredeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin