YENİ BİR MACERA

68 3 0
                                    

  Bir düzine zombi, yerde ölü bir şekilde yatan Muarrem'i yiyordu, diğer zombilerin hepsi gitmişti. Halit koşa koşa karavana ulaştı, karavanın kapısına vurdu: "Hey, benim!" dedi. Enes sesi duyar duymaz yattığı yerden kalktı ve kapıyı açtı, Halit girer girmez kapıyı kapadı ve kilitledi. "Ucuz yırttık." dedi Halit gülerek. Tam o sırada karavanın camından ses geldi, ardından bir diğer camdan. Halitler dışarı baktı hemen, zombiler Halit'i fark etmişti ama sayıları abartılacak kadar çok değildi. Yine de çıkardıkları o iğrenç ses yeterince rahatsız ediyordu. 

Halit, Enes'i de alıp karavanın en üst kısmına çıktı. "Hadi yarışalım." dedi Halit, Enes Halit'in yüzündeki morarmayı fark etti. Onu bu morartıya rağmen kardeşinin ölümünden beri ilk kez bu kadar mutlu görüyordu. "Kabul." dedi Enes, "Nasıl yarışacağız?" diye sordu. "Sırayla tek atış hakkımız olacak. Tam on bir zombi var, en çok vuran kazanır." dedi, Enes:"Tamam, o halde iyi olan kazansın." dedi ve silahını çekti. İlk atış Enes'indi, başarıyla hedefi vurdu, Halit de aynı şekilde. İki arkadaş böyle böyle tüm zombileri vurdu, son bir zombi kaldı. Beraber ilk atış için taş-kağıt-makas yaptılar, Halit kazandı. "İşleri biraz zorlaştıralım." dedi Enes, aşağı kata inip boş bir reçel kavanozu aldı. Kavanozu yolun ileri ucuna fırlattı, zombi o noktaya doğru yönelmeye başladı. "Buyur." dedi Enes, gülerek. Halit iyice odaklanıp zombiyi hedef aldı ama ellerindeki silahlar tekliydi, uzaklaşan bir hedefi vurması o kadar kolay değildi. Halit atış yaptı ama vuramadı zombiyi, sıra Enes'e geldi ama o da vuramadı. Neredeyse bir şarjör boşalttılar ama hareket eden hedef giderek uzaklaştığı için vuramadılar. Sonunda pes ettiler, "Berabere bitsin." dedi Enes, Halit seve seve kabul etti: ''Zaten canım sıkılmıştı, hadi aşağı inelim.'' dedi.

Birlikte aşağı indiler, aşağı indiklerinde onları bekleyen harika bir kahvaltı vardı. Neredeyse iki gündür adam gibi bir şey yiyememişlerdi, hatta bazıları neredeyse bir haftadır, çöple besleneni bile vardı. Bazıları karavan koltuğunda, bazıları ise yemek masasında  kahvaltılarını yaptılar. Kahvaltı da sıcak da olsa harika bir komposto, bal, peynir, reçel, zeytin, yumurta ve patates salatası vardı. Yemekleri büyük bir iştahla yeyip bitirdiler. Yemekleri bittiğinde kısa bir toplantı yapma kararı aldılar, ne yapacaklarına dair konuşacaklardı. Oğuzhan ayağı kalktı: ''Ömür boyu bu karavanda kalamayız, elinde sonunda devamlı barınacak bir yere ihtiyacımız olacak. '' dedi, ''Bence burası gayet uygun.'' dedi Enes, Oğuzhan'ı tersler bir tavırla. 

''Turgay hocalar canımızı bağışladığı için şanslıydık karavanı ilk kaybettiğimizde, aynı derde bir daha yakalanmayacağımızı mı sanıyorsun? Dışarısı daha tehlikeli insanlarla dolu. Hem elinde sonunda yiyeceğimiz bitecek, benzin sıkıntımız olacak. Karavan tehlikeli.'' dedi Oğuzhan ısrarla, Enes sessiz kaldı bu sefer. 

''Haklısın ama söylediğin kadar basit olsa keşke, çok dolaştık ama bir yere rastlayabildik mi adam gibi? Hayır. İşimiz giderek zorlaşıyor, artık bıkmaya başladım. Ölsem de bitse artık bu cehennem yaşamı.'' dedi Emrah.

''Süleyman'ı ve Mert'i arayacağız, Bursa'nın her yerini arayacağız gerekirse. Dağı, taşı, her yeri. Bulacağız onları, ölü ya da diri bulacağız. Ben ev istemiyorum, birlikte olalım istiyorum. Biz bu yola beraber çıktık, en yakın arkadaşlarımdan ikisini kaç gündür göremiyorum ve sanırım onları yalnızca ben düşünüyorum. Hepiniz ayrı bir derttesiniz, hiçbir şey bizden önemli değil bunu kafanıza sokun.'' dedi Cengizhan, neredeyse herkes mahcup olmuş gibi görünüyordu. 

''O halde boşa vakit kaybetmeyelim.'' dedi Lütfü ayağı kalkarak, ''Bir bagaj dolusu benzinimiz ve aramamız gereken iki kardeşimiz var.'' diye ekledi.

Cengizhan koltuğa geçti, yanına da Lütfü ve Oğuzhan oturdu. Cengizhan arabayı çalıştırdı ve birbirlerini kardeş gibi gören on arkadaş belki çabucak bitecek belki de hiç bitmeyecek bir maceraya doğru yola çıktılar. Yol her zamanki gibi sessizliğini koruyordu, karavanın içinde herkes sohbet ediyor veya bir uğraş içine giriyordu, tek eksikleri Süleyman ve Mert'ti. Cengizhan arabayı sürerken: ''Beni bulamayınca çok aramamışsındır umarım.'' dedi Oğuzhan'a. ''Başıma neler geldi neler.'' dedi Oğuzhan, anlatmaya başladı: ''Seni bulamayınca kendimi kaybettim, sonra kendimi bir derenin içinde baygın halde buldum. Nasıl oldu hatırlayamıyorum bile, ayıldığımda silahımı düşürdüğümü fark ettim, bir ormanın içindeydim. Dikkatlice ormandan çıkmanın yolunu arıyordum, o sırada çalıların arkasında bir zombi gördüm, tam ben onu avlayacak iken başka birisi beni avladı, sonra tekrar bayıldığımı hatırlıyorum. İkinci kez uyandığımda bir mağaranın içindeydim, yanımda benim yaşlarımda ufak birisi vardı. Yüzü kapalıydı, korkuyordum ama onun bana zarar vermeyeceğini anlamaya başladım sonradan. Ardından bir arkadaşı daha olduğunu öğrendim, ikisi birlikte bana çok iyi baktılar. İstediğim zaman gidebilmekte özgür olduğumu söylediler. Ben de vakit kaybetmeden tekrar seni aramak için yola çıktım ama yine de sana dair bir iz bile bulamadım. Sonunda Korupark'a dönmeye karar verdim ve ben oraya ulaştığımda içerisinin çoktan yandığını fark ettim, çok geç kalmıştım.'' dedi üzülerek. 

''Şu iki kişiyi bana tarif edebilir misin?'' dedi Cengizhan arabayı sürerken.

''Dediğim gibi yüzleri kapalıydı, suratlarını hiç görmedim.'' dedi Oğuzhan.

''Görünüşlerini falan tarif et, gözlemlerinde ne gördüysen işte. İllaki suratı olmasına gerek yok.'' dedi Cengizhan heyecanla. 

''Birisi dediğim gibi kısaydı, diğeri ise tam tersine uzundu. Uzun olan biraz zayıftı, diğeri de normal. Uzun kapişonlu kıyafetler giyiyorlardı ve birinin sağ kolunda uzun eldiven vardı.'' dedi Oğuzhan, Cengizhan'ın neden bunları merak ettiğini anlamamış gibiydi.

''Peki ya saçları?'' dedi Cengizhan.

''Kapişonluları her zaman kapalıydı, göremedim.'' dedi Oğuzhan.

Sonunda Cengizhan ağzındaki baklayı çıkardı: ''Beyler, sanırım Süleyman ve Mert'i bulduk.'' dedi sevinçle. 

ÇINAR ÇOCUKLARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin