Her şey soğuk bir ocakta başladı.
Henüz 25 yaşında olmama rağmen son bir kaç sene de verdiğim zorlu mücadelelerden sonra monoton bir hayata uyum sağlamaya çalışıyordum, bunla beraber hayatın bana neler getireceğinden habersiz şekilde her günü karşılıyordum.
Bu senenin Ocak ayı beni bir ömür etkileyecekti. Kaderimin en önemli eşiğinde herşeyden habersiz ve hazırlıksızdım.
---- ----- ------ -----
Her şeyden habersiz güne uyanmıştım. Bu sabah da geceden kurduğum alarm beni 8:15'de uyandırmıştı.
Pencere kenarındaki yatağımdan doğrulmamla beraber bedenimin üzerindeki tüyler havayla temas etmiş ve herbiri ayrı telden diken diken olmuştu, üşüyordum. Bunun üzerine her örgüsüne binlerce anı yapışmış hırkamı üzerime geçirdim.Odamın ortasında ne yapacağımı bilmeden etrafı izliyordum. Birden istemsizce odamdaki en sesli varlık olan akvaryuma yöneldim, yerden yem poşetini aldım ağzını araladım, dikkatsizce bir kaç parça yem aldım ve akvaryumun içine doğru ezdim. Bu işlem anlamsızca beni rahatlattı. Bana muhtaç olduğunu düşündüğüm balıklar bir gün daha yaşayacaktı.
Ağır adımlarla odamdan çıktım, mimari garabet olan lavabonun başına geçtim; lavabonun musluğunu çevirdim ve soğuk suyu yüzüme çarpmaya başladım. İlk iki hamleden sonra sanki canlanmıştım, su toprağa değmiş, toprak da cana vesile olmuştu.
Kısa sakalımdan sızan suya aldırış etmeden kafamı kaldırdım ve karşımdaki aynada kendimi izlemeye başladım. Gariptir kendimle alakalı hiç bir şey hissetmiyor ve düşünmüyordum. Yıllar önce kendimle alakalı noksanlıkları kompleks haline getirmiş, acısını çekmiş ve artık olgunlaşmıştım, noksanlarımı kabul etmiş ve yaradanın takdirine sığınmıştım.
Bu anlık rutinden sonra musluğu kapattım, yüzümü kuruladım.Ağır ama eskisinden hızlı adımlarla mutfağa yöneldim. Annemin İzmir'de yaşayan kardeşimi ziyarete gitmeden önce yapmış olduğu mercimek çorbasını buzdolabından çıkardım. Acemice tencereyi ocağın üzerine koydum ve elektronik ateşleme tuşunu çevirdim, bir kaç "çıt çıt" sesinden sonra ürkütücü bir sesle ocak yanmıştı.
Çorba ısınırken mutfakta koltuğa oturdum, önümdeki sehpanın üzerindeki kumandayla televizyonu açtım. Bir kaç tarama hamlesinden sonra evladiyelik kanal TRT'nin belgesel kanalına karar kıldım. İzlemeye başlamadan kalktım, çorbanın başına geçtim biraz karıştırdım ve yoğunluğu azaltmak için çorbaya biraz su ekledim. Tekrar televizyonun karşısına geçtim sebebini bilmeden kahvaltıdan önce kendi sidiğini içen bir adamı izliyordum, daha fazla tahammül edememekten olsa gerek ani bir kararla televizyonu kapattım.Ocağın başına geçtim, çorbayı biraz daha karıştırdım. Fokurdayana kadar karıştırmak niyetindeydim, bir elle çorbayı karıştırırken aklım çok uzaklardaydı; umutsuzluk, hayal kırıklıkları, yalanlar, yapmacık davranışlar hepsine alışmıştım. Bunları nasıl hazmediyorum, bunlarla nasıl yaşayabiliyorum diye düşünürken çorbanın ilk baloncuğu arzı endam etmişti. Baloncukla beraber kafamdaki düşüncelerde birden uçmuştu.
Biraz daha bekledikten sonra mutfak dolaplarının birinden çiçek desenli derin bir tabak çıkardım. Çorbadan biraz tabağa doldurdum; dumanı tüten çorbayı dikkatlice küçük adımlarla mutfak masasına doğru götürdüm, içi çorba dolu tabağı masaya indirdim, 60-70 santimetre yüksekliği olan masanın altından tabureyi ileri çekip üzerine oturdum.
Bir süre çorbayı kaşıkladıktan sonra tabağın dibini görmüştüm. Tabağı önce mutfak lavabosunda suya tuttum sonra bulaşık makinasına yerleştirdim.
Odama geçtim, elbise dolabını açtım. Açık lacivert renkte olan takım elbiseyi seçtim ve seri şekilde giydim, dikkatlice gri kravatımı taktım. Odamdan çıkıp dış kapıya yöneldim, siyah kemerime uygun olan siyah kunduraları seçtim, ağır hareketlerle ayağıma geçirdim ve güne hazırdım.
Her zamanki gibi trafiği yoğun olmayan taşra şehrinde iş yerine arabamla gitmiştim. Ofisin kapısını her zaman ki gibi ortağımdan önce açmış, odama geçmiş, klimayı çalıştırmış ve masamın başına geçmiştim. Bunlar rutinin parçasıydı; ancak o gün evet o gün işte hayatımı baştan sona değiştiren rutini altüst eden olay olacaktı ve bundan habersizdim...
Masaya göre ayarlanmış, pek de havalı olmayan ancak kullanışlı ofis koltuğunda oturuyordum. Öncelikle haftalık programımı bana gösteren masa takvimine göz attım. O hafta iki duruşmam, bir kaç icra işim vardı. Bu beni bir taraftan mutlu etmişti, yorulmayacaktım; bir taraftan da beni karamsarlığa itmişti. Yeni mesleğe başlamış bir avukattım ve ne zaman daha fazla kazanabilecektim. Bunu bilmiyordum, daha fazla kazanamazsam ne olacaktı; o kadar hukuk kitabını boşuna mı okumuştum... Bir yığın düşünce geçmişti kafamdan; ancak bu ruh haline de alışmıştım.
Derin bir nefes aldım masanın sağ köşesindeki diz üstü bilgisayarı açtım. Her zaman ki gibi bir kaç haber sitesine göz attım. Her zaman ki gibi Cumhurbaşkanı konuşmuştu, Başbakan Cumhurbaşkanından rol çalabilmek adına yurt dışındaydı, bazılarına göre CHP yine dinsiz partiydi, MHP'de taht oyunları vardı. Hiç biri dikkati mi çekmemişti. Haberlerden sonra adalet bakanlığının dandik sitesini açtım, takip ettiğim dosyalara sırayla göz attım, lanet olsun! başka şehirde açmış olduğum icra dosyalarında halen bir gelişme yoktu, o kadar da emek harcamıştım; derin bir ya sabur çekip o sabah da işten soğumuştum.
Karamsar bir ruh haliyle bugün ne yapsam diye düşünürken, aklıma ekşi sözlüğü açıp bana geçmişte yollanmış mesajları silmek gelmişti.
Masa üzerindeki dosyalarla biraz daha oyalandıktan sonra ekşi sözlüğü açtım, mesajlar bölümüne girdim. Bu bölümde en başa yani en geçmişe döndüm, aman Allah'ım! 24 sayfa mesaj vardı ve ben hiç birini silmemiştim.
Bu manzara üzerine mesajları rastgele silmeye başladım. O kadar rastgele siliyordum ki mesajlarda ne yazdığına bile dikkat etmiyordum, bu durum ansızın hoşuma gitmemeye başladı, belki de yorulmuştum bahane olarak kendimi geçmişe karşı vefasız olmakla suçluyordum. Bu ruh halinin etkisiyle olsa gerek artık silme eylemini yavaşlatmış, mesajları inceliyordum.
Mesajları okurken ansızın bir mesaj gözüme çarptı. Okuduğum mesaj beni utandırdı; bir kızla konuşmuştum ve o kız en son mesajında bana "nüfus cüzdanımı yolluyorum, nikah işlemlerine başla" yazmıştı. Yazılan mesaj elbette espri içerikliydi; ancak ben dikkatsizlikten mi, saygısızlıktan mı bilinmez bu mesaja cevap vermemiştim. Üstelik bu mesajın atıldığı tarih 5 ay önceki tarihi gösteriyordu.
Bugün tarih 18 Ocağı gösteriyordu; ben bu mesajı fark ettiğimde öğlenden önce 11:29'du. Bugün hayatımın en önemli günüydü ve ben farkında değildim. Bu andan 3 dakika sonra hayatımı değiştirecek kişiye hayatımın en önemli mesajını atacaktım ve o kişinin nefesini hissetmeden onun nefesiyle yaşayacaktım.
Aşkaram: 1.Bölüm bitmiştir. Okuduğunuz için teşekkür ederim. 2.bölümde görüşmek dileğiyle.