"Merhaba?"
Michael sessizce karşımdaki yerini alırken çimlerde oturuyordum ve kendim için değilde onun için endişeleniyordum. Oldukça dağınık duruyordu ve bu... Canımı sıkıyordu. Çünkü hangi kapıyı ararlarsam aralayayım bunun suçlusu olarak kendimi görüyordum.
"Söyleyeceğin herneyse hızlı olmanı umuyorum." Telefonunun kilidini açtı, ekranına baktı ve saate bakmış olacak ki ekranı kapattı. " Gitmem gereken bir hastane randevum var." Dudakları alayla kıvrılırken hırkasının fermuarıyla oynuyordu ve gözleri hala uzun bir süre boyunca yüzümde sabitlenmemişti. Bana bakması için bekledim ama o ellerini izlemeyi veya çimleri kopararak onları parçalara ayırmayı tercih etti.
Bu böyle devam edemezdi. Birimizin konuşması ve bir açıklama yapması gerekiyordu. Bu kişinin ben olmasını her ne kadar istemesem de Michael'ın konuşmaya niyetinin olmadığı açıktı. Bu yüzden derin bir nefes almak ve kendimde cesareti aramakla yetinmeye çalıştım. Bulduğumda da pişman olacağım kelimeleri dizelemeye başlamıştım.
"Birazdan söyleyeceklerim çılgınca ve hatta uyduruk olabilir." dedim emin olmayarak. Hala kendimle tartışıyordum. Daha kendime bunları kabul ettirememişken ona anlatmak ne kadar doğruydu bilmiyorum.
Alaycı tavrı devam ediyordu. Umursamazca omuz silkti ve baygın gözlerini ilk defa bana çevirerek başını aşağı yukarı salladı. Bu çok sinir bozucuydu. Onun nasıl biri olduğunu bilmesem bunlara tepkim gayet normal olurdu ama onu tanıyordum. Ve tekrar tekrar kendime hatırlattım.
Onu senden başkası daha iyi bilemez.
"Bu nasıl oldu, hatta nasıl olmaya devam ediyor hiçbir fikrim yok. Tek bildiğim, bir şekilde senin hayatını kontrol ediyor olmam. " dedim hızlı hızlı. Yeşilleri kısılırken tek düzelikten sıyrılan bakışları şaşkınlıkla doldu ve yavaşça başını bana çevirdi. Tam gözlerimin içine bakıyordu. Sanki onunla alay ediyormuşum gibi yüzünü buruşturdu. "Bu boktan saçmalıklarını kendine sakla. Sen... Delirmişsin!" Kalkmaya yeltendiğinde bileğinden yakaladım ve oturması için gözlerimle az önce oturduğu yeri işaret ettim. Sonuçta hala ben kendimi bile inandıramıyorken böyle bir tepki vermesi normaldi.
"Lütfen, Michael."
Birkaç saniye gökyüzüne bakarak düşündü ve ardından inleyerek kendini yere bıraktı. Elim hala bileğindeydi. O da bunu farketmiş olacak ki rahatsızca kolunu salladı. Ben de elimi çektim.
"Bir randevum olduğunu söyledim, Tessa."
Uzun bir iç çekişin ardından ona anlatmaya başladım. Bunu yapmam her şeyi düzeltecek miydi bilmiyordum.
"Şehrin dışında kalan bir antikacıdan daktilo aldım. O kadar güzeldi ki hemen bir hikaye yazmalıyım diye düşündüm ve o gün içinde yazmaya başladım. Karakterim Avustralya'dandı ve New York'ta ne işi olduğunu bilmiyordu. Saçlarını sürekli boyuyordu ve eğleniyormuş gibi gözüksede içinde bir yerlerde kusurlarını kusursuzlukla kapatan bir çocuk; Michael Clifford yatıyordu."
Umursamazca "Yani?" diye mırıldandı. Çimleri koparmak yerine bu sefer parmaklarıyla oynuyordu ve sessizce beni dinliyordu. Biraz öncekine göre daha meraklıydı ve yüzünde ufakta olsa bir endişe başlangıcı vardı.
"Yani, buraya kadar duydukların elbette normal. Seni tanıyan herhangi biri bunları büyük ölçüde bilebilir. Bunu ikimiz de biliyoruz. Ama göz alıcı nokta şu, Michael ben bunları seninle tanışmadan önce yazıyordum. Tüm bu şeyler, yediklerin, giydiklerin, hislerin, ne yapacağın... Hepsini ben önceden biliyordum. Ve ben yazdıkça sen yaşıyordun. Hala da öyle."
Karşımda yüzünde ciddi ifadesi donuk bir şekilde bana bakıyordu. Bedenini bana döndürmüştü ve ben konuştukça başını sallıyordu.
"Tanrım... Seni gördüğümde öleceğim sandım çünkü karakterim karşımdaydı. Benim harflerle oluşturduğum Michael Clifford'um karşımdaydı. Siktir dedim. Bu olamaz. Gerçekten delirdim herhalde. Ama bu inkar edilemeyecek kadar gerçekti."
"Buna inanmak istemesem de sürekli duyduğum sesler buna işaret herhalde. Senin sesin olduğunu söylemiştim sana. Sürekli benimle üçüncü ağızdan konuşuyordun. Bunu neden o zaman söylemedin, Tessa? Neden şimdi? Benim kendi kendime delirmememi sağladığında bunun için çok geç olacağını bilmiyor muydun?"
"Doğru zaman aslında hiçbir zaman, Michael. Bu her saniye yanlış. Bu düzene aykırı. Ne bileyim, korktum. Beni şikayet edebilirdin. Bir hastaneye gönderebilirdin. Veya daha birçok şey olabilirdi."
Ağzından alay dolu bir "Hah." dökülürken eliyle şakaklarını ovalıyordu. "Peki şimdi ne değişti."
Zor olan kısım şimdi başlıyordu.
"Yardımcım... Kitabın anlaşmasını yaptığımız için olay örgüsünü yayın evine göndermiş ve artık onu geri alamam. Yani bundan sonra başına gelenleri değiştiremeyeceğim."
Kaşları çatıldı ve korkarak sordu. "Nasıl?"
"Başına bir şeyler gelecek liseden mezun olacaksın. Güzel bir sevgilin olacak. Fakat sonunda..." Cümlemin sonuna doğru sesim duyulamayacak kadar az çıkıyordu. "Sonunda öleceksin."
Tepki vermedi, belki de veremedi.Benim bencil veya düşüncesiz bir sürtük olduğumu yüzüme bağırarak söylemedi. O öyle durgun bir şekilde şehrin ışıklarını izlerken ben uzun süren uğraşlarım sonucunda tutamadığım gözyaşlarımı serbest bıraktım.
"Ölene kadar mutlu olacaksam bu benim için büyük bir onur."
O an her şey durdu. Bana bakması için yüzünü ellerimin arasına aldım. Bir ruhla konuşmaktan başka bir şey yapmıyormuşum gibi hissetsem de canım acıyordu.
"Bu durumu iptal edebilirim. Tanrım senin ölmene izin veremem! Kendi ellerimle seni öldüremem. Michael düşünsene bir bu imkansız bir şey. Ülkeyi terkederim, hırsızlık yaparım yayınevinde bir türlü kurtulurum ama seni öldüremem."
"Tessa," diye mırıldandı. Elleriyle yüzündeki ellerimden kurtulduktan sonra yavaşça ayağa kalktı. "Yalvarırım beni öldür."
***
Hala buralarda bir yerde bu bolumu bekleyen birileri varsa onlara gelsin
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Please Don't Kill Me | Clifford
FanfictionMichael'ın gerçekten var olduğundan habersiz olan Tessa, onun hayatını yönlendirdiğini bilmiyordu.