"NE DEDİN SEN?!"
Karşımdaki orman bilmem nesine bakıp bağırdım. Saçmalamaya başlamıştı!
"Söylediğim gibi. Ağaç özünün işe yaraması için birbirinizi hissetmeniz gerek."
Asopos umursamaz ve alay dolu sesiyle konuştup kollarını göğsünde birleştirdiğinde şaşkınlıkla Hoseok'a baktım. O da aynı şekilde bana bakıyordu.
Ardından kafasını iki yana salladı. "birbirinizi hissetmelisiniz ne demek oluyor?!"
"Öpüşün. Yada sevişin. Her neyse işte." Asopos eğlendiğini belli eden kıkırdamalarını dışarı saldığında yanına yaklaştım ve giydiği garip kostümün yakalarından kavrayıp ağaca yasladım.
Onaylamaz mırıltılar çıkarıp kıkırdadı ve elini kendi önünde salladı. Ardından ne olduğunu anlayamadan geriye savruldum ve yere düştüm.
Asopos kıkırdamasını kesip ciddi bir ifadeye büründü. "Davranışlarına dikkat et Morpheus. Bana ihtiyacın olduğunu unutuyorsun."
'Sana ihtiyacım yok seni salak' demek istesem de sustum. Hoseok bana yalvaran bakışlar atıyordu ve bu içimde bir şeylerin harekete geçmesini sağlıyordu.
Bakışlarımı Hoseok'tan çekip elimi saçlarıma daldırdım. "Bak. Özür dilerim tamam mı. Sadece, bize şu lanet ağacın özünü veremez misin?"
"Beni takip edin"
---
Asapos ağacın özünü küçük bir cam şişeye koyup mantar tıpayla ağzını kapattıktan sonra Hoseok'a uzattı.
Hoseok elindeki yeşilimsi parlak sıvıya bakıp "bunu nasıl kullanacağız" dedi. "Hiç bir şey bilmiyoruz."
Asopos elini çenesinin altına koydu ve oturduğu dev mantardan kalktı. Evet, dev bir mantarın üstüne oturmuştu.
"Dediğim gibi, birbirinizi hissetmelisiniz. Bunu öpüşerek yapacaksanız dudaklarına bulaşmasını sağlamalısınız. Sevişecekseniz de nereye sürersiniz bilmem"
Asoposun kıkırdaması üzerine kızaran yanaklarımı saklamaya çalıştım ve gözlerimi devirdim. Hoseok ise bundan keyif alırcasına sırıtıyordu.
"Gülmeyi kes ve önüne dön seni salak, burada işimiz bitti!"
Hoseok'un kafasına vurup onu iteklerken Asopos arkamızdan seslendi. "Bu öz sadece 6 saat için geçerli. 6 saatin sonunda etkisini kaybeder ve korkarım ki o ağaç özü çok nadir bulunur"
---
Hoseok'u durdurup bana dönmesini sağladım. "Nasıl uyanacağım şimdi?"
Hoseok kaşlarını kaldırıp bana baktı, "uyanmak mı ? 6 Saatimiz var Jimin. Belkide bu kabuslarından kurtulmam için son şansım ve sen uyanmaktan mı bahsediyorsun?"
Ne yani, zaten kalbim ağzımda atıyorken onunla şimdi mi öpüşmem gerekiyordu? Saçmalık!
"Son bir saat kala beni tekrar uyutursun ve işi hallederiz olmaz mı?"
Bence bu teklif gayet cazipti. Fakat söylediği şeyler bunu imkansız kılıyordu.
"Saat 11 Jimin, bir kaç saat sonra gece yarına gireceğiz ve sende biliyorsun, gece yarısı yaptığım şeyler iradem dışında oluyor. Kontrol edemiyorum ve acı çekiyorum."
Bakışları çok...derindi.
Onu böyle bırakamazdım. Sonuçta nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde benim yüzümden bu haldeydi. Kafa salladım.
O an ki mutluluğu kesinlikle görülmeye değerdi. Bu kadar acı verici olduğunu bilmiyordum, onu kurtarmalıydım.
"Pekala, ne yapacağız?"
"S-sanırım şu an öpüşmemiz gerekiyor"
Kekelemesi karşısında istemsizce gülümsedim. Şu an fazla sevimli görünüyordu.
Şişenin üzerindeki mantar tıpayı kolaylıkla açtı ve bana uzattı. Sanırım bunu içmeli, ve içerken dudaklarıma bulaşmasını sağlamalıydım. Heyecanla atan kalbimi düşünmemeye çalışıp şişeden bir kaç yudum aldım. İster istemez dudaklarıma bulaşmıştı.
Şişeyi Hoseok'a uzattıktan sonra o da içti ve şişeyi cebine koydu. Aramızdaki mesafeyi yavaş adımlarla kapatıyordu. Bende ona doğru bir adım attım. Bir kaç saniye birbirimizin gözlerine baktıktan sonra onun gözleri dudaklarıma kaydı. Ardından aniden dudaklarını dudaklarıma bastırdı ve ellerini belime koydu. Gözlerimi kapattım ve ellerimi omuzuna koydum. Bir kaç saniye sonra ona karşılık verdiğimde sıvı sayesinde kaygan olan dudaklarımız hızlıca hareket etmeye başladı.
Kendimizi çok kaptırmış olmalıyız ki nefes almak için geri çekildik. O sırada Hoseok parıldamaya başladı. Bunu kendisi de fark etmiş olacaktı ki bir kaç adım geriledi. Çok geçmeden parıltılar söndü ve her şey eski haline döndü.
Hoseok yumuşak bakışlarla bana baktıktan sonra kızaran yanaklarımı saklama ihtiyacı duymuştum.
"He şey bitti mi?"
"Sanırım."
Ufak mırıldanmamın ardından Hoseok ağacın altına oturdu ve sırtını ağaca yasladı. "Gece yarısına kadar bekleyelim, eğer istemediğim şeyler yapmazsam kurtulmuş olurum. Böylece sende kabus görmezsin."
"Pekala"
Bende Hoseok'un karşısına oturduğumda merak ettiğim şeyi sordum.
"Hoseok, ruhum. Yani bilirsin, seni nasıl kabuslarıma hapsetti?"
Kapalı olan gözlerini araladı ve oturduğu yerde doğruldu. "Uyurken 'Jimin' Kimliğinden sıyrılıp 'Morpheus' oluyorsun. Senin, yani Morpheus'un görevi kabus gören insanların rüyalarını iyiye çevirmek. Bir gece yine Morpheus olarak rüya diyarında kabus gören insanların yanına gittin. Onlardan biri bendim. Uyku tozunu üzerime serpmen gerekiyordu, böylece iyi rüyalar görebilirdim. Ama şapşal Morpheus ruhun bütün tozları karıştırdı ve beni, senin rüyalarına hapsetti."
Gözlerimi devirdim. Klasik bendim işte. Her şekilde aptal olmayı başarıyordum.
Hoseok tekrar arkasına yaslandı ve gözlerini kapattı. İşe yaramasını umuyordum. Daha 2 saatimiz vardı. Bu yüzden bende uyumayı seçtim. İnanıyordum, uyandığımda her şey düzelecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Midnight Nightmare // JiHope
Short Story❝Sadece Bu Seferlik Uyumama İzin Veremez Misin?❞ |Tüm Hakları Jimin'in Kâbuslarında Saklıdır|