Paris'te Bir Akşam Üzeri

843 26 5
                                    


Ahh, Paris ...

Soğuk ... Hatta çok soğuk bir akşam üzeriydi. Güneş , gökyüzünden neredeyse tamamen çekilmişti. Hava gittikçe kararıyor , ara sıra gökyüzünü kaplayan bulutların arasından sıyrılan ayın belli belirsiz ışığı kaldırım köşelerindeki su birikintilerine yansıyordu.

Dışarıya çıkmak için neden böyle bir günü seçtiğimi gerçekten bilmiyorum. Belki garip bir dürtü ya da açıklayamadığım bir his ya da belki de sadece kader...

Ama ne önemi vardı. Sonuçta dışarıdaydım ve sağanak yağmur altında ıslanıyordum ; yüzlerce metre yukarıdan dökülen yağmur taneleri saçlarıma düşüyor ve şakaklarımdan yavaşça aşağı süzülüyordu. Laptopumun çantasını ıslanmasın diye gri renkteki kabanımın içine saklamıştım. Islanmamı ve üşümemi bir kenara bırakırsak aslında oldukça heyecanlıydım. ; sonunda , evet sonunda iki yıldır üzerinde çalıştığım romanımı bitirebilecektim ve son bölümü , son satırları bir kafede yabancı filimlerde hayranlıkla izlediğim yazarlar gibi yalnızlığımdan tamamen uzak bir şekilde , insanların meraklı gözlerini üzerimde hissederken , derin sohbetler ve lüzumsuz konuşmalar arasında bitirmek istiyordum ; gerçi bu şehrin insanları kendilerini ilgilendirmeyen şeylerle hiç alakadar olmazlardı ya neyse...

Şehrin ortasından geçen Sen (Seine ) nehrini takip ederek hızlı adımlarla yürüyordum. Durgun nehrin üzerinde beyaz renkli, küçük bir gezi teknesi sessizce ilerliyordu.

Yürüdüğüm yolun her iki tarafında ilerlemiş mevsime rağmen henüz yapraklarını dökmemiş olan ağaçlar vardı ve sohbahardan kalan solgun sarı renklerini koruyan yaprakları rüzgarın her esişinde  hafifçe titriyordu.

Kaldırımlar ve banklar sırılsıklamdı. Biraz ilerideki en az yüzyıllık eski bir binanın üçüncü katındaki açık kalmış pencereden sokağa yüksek seste dinlenen bir Caz (Jazz ) müziğinin melodik sesi yükseliyordu. Karşı kaldırıma geçip, başımı çevirince, yağmurdan korunmak için müzik sesinin yükseldiği eski binanın biraz ilerisinde bulunan otobüs durağına sığınmış bir adam gözüme çarptı ; Üstü başı hırpaniydi ve kirden keçeleşmiş , upuzun saçları omuzlarına kadar iniyordu.

Durağa yaklaşınca adama daha yakından baktım .Durağın içinde öylece dikiliyor ve sokak lambalarının loş sarı ışığının yağmur birikintilerinde oluşturduğu, her yağmur damlasında titreşen bulanık görüntüsünü izliyordu ; gözleri su birikintisine dalıp gitmişti belki ama bu sırada kafasının çok başka şeylerle dolu olduğu kolayca anlaşılıyordu.

Zavallı adamın durumuna acıdım ve içimde sanki bu halde olmasının sorumlusu benmişim gibi bir suçluluk duygusu hissettim... Ne zaman zor durumda olan , acınacak haldeki birini görsem böyle hissediyordum ama bu da diğer her his gibi geçiciydi...

Adımlarımı biraz daha hızlandırıp , Seine nehrini arkamda bırakarak Rue de Rivoli denen geniş ve uzun bir caddeye saptım. Birkaç adım önümde yürüyen , siyah paltosunun yakasını havaya kaldırmış orta yaşlardaki iri yarı bir adam , kucağında bir bebek gibi taşıdığı Border Terrier cinsi köpeğinin yağmurdan ıslanmış kahverengi tüylerini okşuyordu.

Adamın koluna hafifçe dokunarak " Affedersiniz " dedim " buralarda bildiğiniz iyi bir kafe var mı ? "

Adam arkasını dönüp  beni şöyle bir süzdükten sonra , kekeleyerek " E-e-vet " dedi " B-b-bir k-kaç yü – yüz me-t-t-tre  ile-e-erde   a-ay ı-ı-şığı  adı-ı-ında   gü-ü-zel  b-b-bir  kafe  va-a-ar."

Başımı hafifçe eğerek "Çok teşekkür ederim " dedim.

Adamda başını eğerek karşılık verdi.

AY IŞIĞINDA BULUŞALIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin