Baba Rahmi

8.6K 10 2
                                        

Yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Henüz gün ağarmamıştı. Kahvedeki su kazanı kaynarken tüm camlar buğulanmıştı. Elimi cama uzatıp içimden geçenleri yazmak istedim. Bir an çocukluğumuzda yaptığımız şeyleri hatırladım neler yazmazdık ki camlara... Önce resimle başlardık, sonra türlü yazılar... ama en çok da en sevdiğimiz kişilerin isimlerini yazardık. Anne ve baba ismi eksik olmazdı buğulu camda. Ama ne yazık ki ömrü fazla olmuyordu. Yine de bu hoşumuza giderdi. Elimi uzattım sadece camı, dışarıyı görecek kadar sildim. Dışarıda bir yandan okula giden çocuklar, diğer yandan sabah namazına yetişmek için koşturan ihtiyarlar ara sıra dükkânın önünden geçiyorlardı.

Okul bahçesinin önüne eski bir araba yanaştı. Direksiyon koltuğunda iri cüsseli bir adam ve arka koltukta oturan, saçları iki kulak bağlanmış iki kız. İkisinin de üzerlerinde kırmızı birer palto ve pembe renkli çantaları... Dışarıda görenler onların ikiz olduklarını zannediyordu. Onlar, endişeli bir halde babalarına okula geç kaldıklarını anlatmaya çalışıyorlardı. Babaları ise yağmurun biraz olsun dinmesini istiyordu. Ama tedirgindi. Bir yandan ıslanmalarına gönlü razı olmuyor, diğer yandan da geç kalmalarını da istemiyordu. Yağmur sanki biraz azalmıştı. Kızlar artık dayanamayıp kapıya yöneldiler. Tam kapıyı açacaklardı ki büyük olan kız geriye dönüp babasına bir şeyler söyledi. Minik avuçlarını babasına doğru uzattı. Bunu gören küçük kardeşte ablası gibi yaptı. İki küçük el adamın yüzüne doğru uzanmıştı. Kızlarının Bu hareketi onu bir anda yıllar öncesine götürdü. Aklında bununla ilgili bir kaç anısı vardı. Ancak sadece tek bir şey hatırına gelmişti. Babası elini açmasını söylemişti. Şimdi aynı hareketi kızları yapıyordu. Bir an adeta o zamana gitti. Babasının burnundan soluyan nefesi, kıpkırmızı olmuş yüzü ve elindeki uzun değneği... Dişlerini sıkarak kısık bir sesle "Aç elini" dedi. Anlamamış gibi yüzüne baktı. Bu sefer bağırdı: "Aç elini dedim sana" çocuk, babasının yüzüne baktı babası aslında ciddi bir insandı. Ama bu kadar sinirlendiğini ilk defa görüyordu. Ağzını araladı "Baba..." dedi. Babası tekrar bağıracaktı ki elini uzattı ve değnek havalandı.

"Baba hadi geç kalıyoruz" adam bu sesle uyandı o düşüncelerden. Eğik başını ve dalgın bakışlarını büyük kızına çevirdi. Adam önce durumu anlamadı. Daha sonra aklına geldi. Kaşlarını kaldırıp, dudaklarını büktü ve irice ellerini ceplerine daldırdı. İyice yokladı. Fakat bozuk para kalmamıştı. Mecburen kâğıt para verecekti. Cüzdanını çıkardı. İçinden on lira çıkarıp yaşça büyük olan kızına uzattı. Adam tehdit eder gibi işaret parmağını sallayıp ihtiyaçları kadar kullanmaları gerektiğini ve üstünü akşam getirmelerini söyledi. Parayı kapan büyük kız hemen katlayıp cebine koydu. Baba ikisinin de yanaklarına birer buse kondurduktan sonra, onları okul kapısından içeri girene kadar izledi. Kızlar okul binasına el ele tutuşarak gidiyorlardı. Ama bugün işleri biraz zordu; çünkü yağmur öyle yağıyor ki kızlar ancak okul kapısına koşarak varabilmişlerdi. Hemen saatine baktı. Henüz işe gitmesine zaman vardı.

İnsanlar şu zamanda anne ile baba olarak bir çocuğa dahi bakmakta aciz kalırken. O iki kızına hiç usanmadan hem annelik hem de babalık yapıyordu. İşin garibi kızlarına nasıl oluyor da bir başına bakabiliyordu. En son evlendiği karısını evden nasıl kovduğunu biliyorduk. Her şey karısının, annesinin düğün hediyesi olarak getirdiği cam vazo yüzünden çıkmıştı. Masanın üstünde dururken, rüzgâr esince pencere açılıp vazoya çarpıvermiş ve yere düşüp kırılmış. Şangırtıyı duyan n hemen salona koşmuş. O sırada küçük kızı orada olduğu için vazoyu onun kırdığını zannetmiş. Kadın, o sinirle çocuğun suratına bir tokat aşk etmiş. Çocuğun dudağını patlatmıştı. Zira haksız yere dövdüğü küçük kızının o haline baba yüreği dayanamamış "Öksüz kızlarıma nasıl kıyarsın" diye. Nikâhlı karısını gözünün yaşına bakmadan kapı önüne koyduğunu ve araya kim girdiyse bir türlü onu affetmediğini de duymuştuk. Bu meseleyi ilk zamanlar sorduğumuzda "Bu mevzuyu bir daha açarsan bundan sonra kahvene gelmem" diye beni de tehdit etmişti. O zamandan beri ben de ağzımın fermuarını hala kapalı tutarım. Zaten sormasak da o, arada anlatır kendi derdini. Kızlara bir annenin acilen şart olduğunu zaman zaman dile getirirdi. Gerçi artık eskisi gibi yemek yakmıyor. Kızlarının önlüklerini de ütüde unutmuyor; ama beslenmeyi bir türlü tutturamadığı için mecburen her defa harçlık veriyordu. Birkaç defa ikisinin de öğretmenleri babalarını çağırtıp kantinden abur cubur aldıklarını, sağlıklı beslenme getirmeleri gerektiğini söyleyip, bize de sitemle anlatıvermişti.

"Baba Rahmi..." Bu ismi ona biz takmıştık. Birkaç defa böyle seslenmiştik. İlk seferde hoşuna gitmemişti bu lakap; ama şimdi ses etmiyor. O da alıştı artık bu isme. Kızlarını okula bıraktıktan sonra her defa bizim kahveye uğrar; selam verir, iki muhabbetten sonra demli çayını yudumlayıp çıkar giderdi.

İşte yine geldi. Arabasını yanaştırmasıyla arka stop lambası söndü. Kapısını açtı, aşağı indi, kapıyı hızlıca kapattı. Normalde kapıyı kilitlemeyi ihmal etmezdi. Ama bu yağmurda bunu göze alamadı. Kendisini içeri atmasıyla birlikte hemen arka cebindeki buruşuk mendilini çıkardı. Önce yüzünü, daha sonra kelindeki yağmur damlalarını sildi. Hemen etrafı kolaçan etti. Beni görünce yönünü bana çevirdi. O asık suratın yerini kırmızı suratlı bir tebessüm aldı. Hemen eliyle selam verdi ve yine eliyle çay karıştırma hareketi yaptı. Bu, onun çay isteme şekliydi. Mesaj alındıktan sonra işaret sırası bendedir. Çırak gözümün içine baktı mı bende isteyen tarafı işaret parmağımla gösteririm. Bu hem bir adres gösterme hem de bir nevi onaydı. Çünkü kendisini defaatle "çay isteyen kimseye ben izin vermedikçe götürmeyeceksin" diye uyarmıştım; çünkü kahveme gelmesini istemediğim bir kısım insanlar vardı.

OYLAMAYI UNUTMAYIN

Aşk HikayeleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin