O kişi, Jenny' den biraz daha uzun boylu, çatık kaşlı, yuvarlak gözlüklü ve kısa kırmızı saçlı bir kadındı. Jenny'i gördüğünde, gözlerini ona dikerek hızla üzerine doğru gelmeye başladı.
" Demej yeni öğretmen sizsiniz. Sizi gördüğüme çok sevindim."
Jenny ne diyeceğini bilemedi. Zorlukla yutkundu.
Kadın, " Ben Bayan Buz. Okulun müdürüyüm," dedi. " Nereye gittiğinizi sorabilir miyim? Genellikle okulumuzda sınıflarımızı başıboş bırakıp dışarı çıkmayız."
Jenny yere bakıyordu. Bu çatık kaşlı kadından çok korkmuştu. Ne diyeceğini bilse bile, bu kadın karşısında dilinin tutulup tutulmayacağından emin olamıyordu.
" Evet, şimdi sınıfınıza dönüyor musunuz?"
Jenny şaşkın bir şekilde başıyla onaylayarak Müdire Hanım'ın kuşkucu bakışları altında hızla sınıfına döndü. İçeri girdiğinde herkes matematik çalışmaya devam ediyordu. Sınıf, pek rastlanmadık ölçüde sessizdi. Jenny bir şey mi oldu, diye meraklandı. Kimse yanındakiyle fısıldaşmıyordu. Herkes kitaplarının üzerine eğilmişti. Jenny sandalyesine oturup sınıfa baktı. Bu sessizliğin nedeni, acaba neydi?
Matematik acaba bu kadar zor bir ders olabilir miydi? Pek sanmıyordu. Birden bir ses duydu. Hafif bir sesti. Daha çok bir tırmalama sesine benziyordu. Sesi daha iyi duyabilmek için kulaklarını iyice dikti. Ses durdu, ama sonra tekrar başladı. Değişik bir sesti, sanki biri bir kağıdı tırmalıyordu.
Jenny arkasına baktı. Bir şey yoktu. Yüzünü tekrar sınıfa döndüğünde bazı öğrencilerin dikkatle kendisine baktığını gördü. Onlardan biri de Gerorge Armut'tu. George, ağzı kulaklarına varıncaya kadar sırıtıyordu.
" Bir şey mi oldu öğretmenim?" diye sordu.
Jenny başıyla hayır işareti yaptı.
" Hayır. Sadece bir ses duydum. Ama şimdi durdu."
Şimdi herkes ona bakıyordu. Jenny artık sınıftakilerden çoğunun pis pis sırıttığını farketti. Kendisine bir oyun oynuyorlardı. Burdan emindi.
George Armut, " Ben de bir ses duydum öğretmenim," dedi. " Bence ses sizin masanın çekmecesinden geliyor."
Jenny masaya baktı. Ses yine başlamıştı ve gerçekten de çekmeceden geliyormuş gibiydi.
George Armut, " Öğretmenim neden çekmeceyi açıp bakmıyorsunuz? İsterseniz bir kontrol edin," dedi.
Jenny elini uzatıp çekmeceyi açtı. İşte o anda, o zamana kadar görmediği büyüklükte koyu renkli bir farenin çekmeceden sıçrayarak çıktığını gördü. Jenny elinden geldiği kadar hızlı bir sekilde sandalyesini geri çekerken, bir yandan da camları bile sarsab bir çığlık kopardı.
" Fare!" Çığlık çığlığa bağırdı.
" Kocaman bir fare!"
Fare masanın üzerine çıkmış, neden böyle yaygara koparıldığını anlamak için oradan oraya koşuşturup duruyordu.
George Armut, yardımsever bur sesle, " Öğretmenim masanızın üzerinde bir fare var," dedi. " İsterseniz onu oradan alayım."
Jenny perişan bir biçimde başıyla bu öneriyi onayladı. Zaten farelerden oldun olası çok korkardı. Hayvan başını çekmecenin içinden çıkardığı anda, kalbi korkudan duracak gibi olmuştu. George Armut kahramanlar gibi masasına yaklaşırken sakin durmayı başardı. George fareyi kuyruğundan tutarak kendi sırasına götürdü, çantasının içine bıraktı ve yerine oturdu.
Herkes Jenny'i izliyordu. Kimi öğrenciler gülmelerini zar zor tutarken, kimileri de bıyık altından kıkırdaya kıkırdaya gülüyordu. Herkes bu olayı çok komik bulmuştu. Tabi Jenny dışında. Jenny ise ne yapacağını bilemiyordu. Acaba George Armut'u Müdüre Hanım'a şikayet mi etmeliydi? Ama şikayet etmek isterse, yine Bayan Buz'un buz gibi bakışlarıyla karşı karşıya gelmesi gerekecekti. Bu da hayatta istediği en son şeydi. Bu yüzden şimdilik fareyi unutup, matematiğe dönmenin en iyi şey olacağına karar verdi.
Kızlardab biri, " Problemlerin cevaplarını söyleyebilir misiniz öğretmenim?" dedi. Problemler ona çok zor gelmişti, belli ki. Doğru cevapları bulup bulamadığından emin değildi.
Jenny, " Şimdi ben size doğru cevapları söyleyeceğim. Siz de kendi kitabınızda doğru çözdüğünüz problemlerin yanına artı koyarsınız," dedi.
Cevapları isteyen kızın kitabına bakarak doğru cevapları söyledi.
" Problem 1. Doğru cevap: 2.342
Kimse cevaba itiraz etmeyince, Jenny ikinci probleme, sonra da üçüncü probleme geçti. Her soruyu cevaplarken, kızın kitabında o problemi çözerek bulduğu cevabı söylüyordu. Her seferinde cevap doğru çıktı. Bütün cevapların doğru çıkması, ona göre büyük bir şanstı.
Kitabını geri verirken kıza, " Teşekkür ederim," dedi. " Aferin sana. Matematiği çok iyi biliyordun."
Peki şimdi ne olacaktı? Matematik dersini bititmişlerdi. Jenny matematiğe devam etmek istemedi. Bu sefer o kadar şanslı olmayabilirdi. O zamsn sınıfa matematik öğretmesi gerekirken, matematik işlemlerini yapamaz hale düşerdi ki bu da çok kötü bir şey olurdu.
Aklına bir fikir geldi.
" Şimdi de sosyal bilgiler dersi yapalım. Söyleyin bakalım, Fransa'nın başkenti hangi şehirdir?"
Sınıftan birkaç çocuk, " Öğretmenim çok kolay, Paris'tir," dediler.
" Çok güzel. İtalya'nın başkentini bilen var mı?"
Birkaç parmak kalktı. Jenny arkadaki bir çocuğu kaldırdı.
Çocuk, " Kahire," dedi.
Herkes kahkahayla güldü. George Armut bu cevaba yüzünü buruşturarak," Kahire Mısır'dadır.
İtalya'nın başkenyinin Roma olduğunu herkes bilir," dedi.
Jenny hızla düşündü. Belki de daha zor bir soru sormalıydı.
" Peki, bakalım şu ülkenin başketini kim bilecek.. " Aklına bir ülkenin gelmesi için biraz bekledikten sonra,
" Evet, gayet güzel bir ülke:
Avustralya' nın başkenti neresidir?" diye sordu.
Nedense aklına Avustralya gelmişti ve gelir gelmez de ağzından Avustralya sözü çıkmıştı. Ama ağzından o söz çıkar çıkmaz, büyük bir panik içinde Avustralya'nın başkentinin neresi olduğu konusunda en ufak bir fikri bile olmadığını farketti. Sınıftan birinin doğru cevabı bilmesi tek umuduydu. Eğer cevabı bilen biri çıkarsa, kendisi de rezil olmayacaktır.
Ama kimseden ses çıkmadı. Çocuklar birbirine bakıyor, kimi öğrenciler de kafalarını kaşıyordu. O sırada orta sıralardan bir kız yavaşça parmak kaldırdı.
Jenny hemen rahatlayıp derin bir oh çekti.
" Söyle bakalım. Cevabı biliyor gibi görünüyorsun."
Kız, " Sidney," dedi. Sonra da ekledi:
" Ama emin değilim."
Jenny, Sidney cevabını duyduğuna çok sevinmişti. Ama hemen peşinden gelen " emin değilim " sözü, bütün sevincini kaçırdı.
Acaba Avustralya'nın başkenti Sidney miydi? Düşündükçe Sidney cevabı kesinlik kazanmaya başlıyordu. Sidney çok büyük bir şehirdi. Orada kocaman bir köprü ve gayet güzel bir opera binası vard8. Aklınıza bir Avustralya şehri getirmek istediğinizde, mutlaka Sidney'i düşünürdünüz. Başkent de Sidney'di herhalde.
" Aferin sana, doğru bildin. Üstelik oldukça zor bir soruydu."
Sonra tam başka bir soruya geçecekti ki George Armut'un parmak kaldırdığını gördü.
" Evet George. Bir şey mi diyeceksin?"
George, " Sidney değil," dedi.
Jenny ona bakıyordu. Acaba George yine kendisine şaka mı yapıyordu, yoksa gerçekten doğruyu mu söylüyordu?
" Tabii ki başkent Sidney," dedi
" Herkes Avustralya' nın başkentinin Sidney olduğunu bilir. Öyle değil mi çocuklar?"
Öğrencilerin çoğu," Evet Öğretmenim," dediler. " Sidney başkenttir."
George," Değildir. Ben Avustralya' ya gittim ve iyi biliyorum,"
Bir anda sınıftaki tüm sesler sustu. Jenny, bir süre gözlerini dikip George'a baktı. Gerçekten de Avustralya' ya gitmiş olabilir miydi? Yoksa gitmiş numarası mı yapıyordu?
Bi süre sonra, " Peki o zaman, " dedi,
" eğer bu kadar bilgiliysen ve gerçekten oraya gittiysen sen söyle bakalım
Avustralya' nın başkenti neresiymiş?"
George, " Canberra," dedi.
"Avustralya' nın başkenti Canberra'dır.
Bakın, bunu kanıtlayacak bir atlas var çantamda."
Kimse bir şey demedi. Jenny kıpkırmızı kesilip, orada öylece kalakalmıştı ve giderek daha da kızarıyordu. Herkes de ona bakıyordu.
Tam o anda arkasındaki kapı açıldı ve başka bir öğretmen içeri girdi.
" Öğretmen Hanım, sınıfınız beden eğitimi dersine hazır değil mi? Geç kalıyorsunuz," dedi.
Jenny derin bir oh çekti. Sidney'i, Canberra' yı, hatta koca Avustralya' yı bile unutabilirdi artık. Yaşasın beden eğitimi!!!!