''Yerinde söz söylemesini bilen; özür dilemek zorunda kalmaz.''
'Fatih Sultan Mehmet'
''Ey Osmanlı, Türk Tarihi'nin ve İslam'ın güvenini kazanmış Ey Osmanlı... Üç kıtaya hükmetmiş bir cihan imparatorluğu Osmanlı... Ey Anadolu'ya, Balkanlara, Konstantiniyye'ye,
Ümmet'i Muhammed'in kutsal toprakları Mekke ve Medine'ye, Hz. Ömer efendimizin emaneti Kudüs'e hükmetmiş Osmanlı. Şehit olmuş Kosova'da bir Hünkâr. Esir düşmüş Ankara'da bir Yıldırım Han. Birisi çağ acıyıp çağ kapamış, birisi de sekiz senede orta doğuyu almış.'' demişler zamanında. Bu sözü İstanbul'un o görkemli manzarasında bir Kapıkulu süvarisi haykırmış.
''Edirne; 22 Kasım 1388''
Sabahın ilk ışıklarında tepeden yavaş yavaş yükselen güneş; Edirne'nin o görkemli sokaklarını, caddelerini, gri yontma taşlardan yapılmış yollarını aydınlatmaya başlamıştı. O vakit bir ezan sesi yankılandı Edirne caddelerinde. Hünkâr ahşap tahtalarla yapılmış kırmızı örtülü yatağından doğrularak az ötesinde bulunan sıcak su ile doldurulmuş leğenden abdest almak için ayağa kalktı. Muhafızlar hünkârın ezan sesi ile uyanmasını göz önünde bulundurup sıcak suyu tam vaktinde leğene koyuyorlardı. Padişahın odasının içi komple ahşaptandı. Odası iki pencereliydi ve rengârenk örtülerle süslenmiş perdeler takılıydı. Hünkâr her sabah namazından sonra yatağının yanında bulunan kahverengi çekmeceyi açar ve Kuran-ı Kerim'i kendi özel yaptırdığı minberine oturarak okurdu.
Edirne'nin dikkat çeken özelliğinden birisi de olabildiğine uzun bir çarşısının olması idi. Baharat çeşitlerinden, çeşitli süslemelerle yapılmış yontma eserlere, ticaretini dürüst şekilde yapan tüccarlardan, malların en sağlıklısını satan mal sahiplerine kadar her zaman kalabalıktı. Edirne'nin iç ticaretinde tek gelir kaynağı bu çarşı idi. Her on beş arşın da bir Osmanlı sancakları asılıydı. Çandarlı Ali Paşa tarafından astırılan bu sancaklar Sultan Murad Han'ın emriyle Bursa'da yaptırılmıştı. Çarşının başlangıcından sonuna kadar iki taraflı beyaz çadırlar, bol meyve ve sebzeler, bazı yetenekli insanların o dönemin geleneklerine uygun olarak meraklı insanları kendilerine çekmek için yaptıkları tiyatro tarzı güldürmeceler çarşının havasına renk katıyordu. Çarşının bitiminden sola doğru dönen büyük çaplı yolun sağ tarafında atış talimi sahası bulunmaktaydı.
Osmanlı Devleti'nde askeri teşkilatlanmada en yüksek kademede olanlar karatuğlar idi. Her hafta sonu askere yeni yazılan karatuğlar bu sahaya getirilerek iki ay boyunca burada; atış talimi, kılıç ve at koşturma gibi uygulamaları öğrenerek orduya alınırlardı. Askeri teşkilatlanmada Çandarli Ali Paşa çok titiz davranırdı. Ordu düzeninden tutup askerlerin giydikleri kıyafetleri, kuşandıkları silahları kontrol ettirirdi. Paslanmış, keskinliğini yitirmiş kılıç kullanan askerlerin yeni kılıç istekleri için büyük çaplı özel askeri ocaklar yaptırılmıştı. Orduda disiplinli davranarak askerlere rahat komuta etmeyi sağlıyordu.
...
Bursa'nın geçit vermez dar sokaklarında bir genç yürüyordu. Kısa bir deri çizmesi çeşitli süslemelerden yapılmış kahverengi bir gömleği, belinde baba emaneti olan bir Hilal kılıcı bulunuyordu. Omuzları kabarıktı. Bakışları sert ve kararlıydı. Lakin yeri ve zamanında tebessümde bulunduğu sırada nazik ve içten içe çocuksu bir görünüm uyandırırdı insanların gözünde. Babası gibi boyu kısaydı. Saçları dalgalı ve bağlanmış biçimde idi. Mehmet derlerdi O'na. Sadece ismiyle anarlardı. Cesaretliliğinden, kararlılığından ve sert bakışlarından dolayı hiç kimse ona lakap uydurmamıştı. Sade ve güzel olarak sadece ismiyle anarlardı O'nu. Babası Çirmen Muharebesi'nde şehit düşmüş lakin savaş meydanına vardığında saatlerce babasının cesedini aramıştı. O'nu bulduğunda diz çöküp ağlayıp babasının cansız bedenine sarılmıştı. Gün gelince intikamını alacağına yemin ederek kılıcını alıp oradan uzaklaşmıştı. Şimdi de derler aylar yıllar geçti diye... Yıllar boyunca İdris Paşa'nın yanında kalmış, paşa bizzat kendisi büyütüp evlat edinmişti. Gün geldi büyüdü koca oğlan oluverdi. Yiğit oldu, çalışan oldu, asker oldu. Sonunda Sultan Murat ile tanışıp görüşüp samimiyet kurdular. Şimdi ise bir karatuğ olmanın hayaliyle hayatına devam ediyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FEDAİ "Bir Yıldırım Bayezid Romanı"
Historical FictionÖNSÖZ Bir İmparatorluk düşünün... Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük Türk-İslam İmparatorluğu. Üç kıtaya hükmetmiş hoşgörülü tavrı ile insanoğlunun güvenini kazanmış, Balkanlarda, Safevi'de, Kırım'da, Cebelitarık' ta, Tunus'ta, Mısır'da ve Türk milleti...