Gülümse

25 4 0
                                    


Ali yine her zaman ki saatte, yine her zaman ki neşe ile uyandı. Üstünde ki yorganı yatağın sağ tarafına doğru itti. Doğruldu. Gözlerini ovuşturdu. Sonra tavşan çevikliğiyle yatağından zıpladı. Az sonra, hemen farkına varamadığı bir eksiklik hissetti.
Bugünü diğer günlerden ayıran bir fark vardı, eksik bir şey, neydi acaba? Dün köyün en sevilen ihtiyarlarından biri vefat etmişti: Beyaz dede!
İsmi beyaz değildi ama sakalları ve yüzü pamuk gibi bembeyazdı bu yüzden ona beyaz dede diyorlardı.


Bir an düşündü, bugünü diğer günlerden farklı kılan beyaz dedenin artık olmayışımıydı? Beyaz dede çok iyi biriydi. Ali ve köyde ki diğer çocuklar onunla vakit geçirmeye bayılırdı. İlerleyen yaşına rağmen "apollo mapollo (hoparlör) bilmem ben, bu melete de güvenmem " der minareye çıkıp ezanı kendi okurdu. Evet, beyaz dede köyde ki herkesin olduğu gibi Ali'nin hayatına da dokunmuş, Ali'de de derin izleri olan biriydi. Fakat bugünü diğerlerinden ayıran, eksik olan Beyaz dedenin olmayışı değildi. Daha başka, daha farklı bir durumdu bu.


Ali, önce yastığının altını yokladı. Evet! Babasıyla balık tutmaya gittiği vakit, sahilden topladığı bütün güzel taşlar eksiksiz bir şekilde burada duruyordu. Derin bir oh! Çekti. Sonra usulca anne ve babasının odasına gitti. Çok şükür onlarda sağ salim mışıl mışıl uyuyorlardı.
Odanın kapısını kapatıp "Hiçbir şeyin eksik olduğu yok, sanırım ileride evleneceğim karım üzüldü, ondan böyle oluyor" dedi. Beyaz dede böyle öğretmişti çünkü "eğer durduk yere içiniz sıkılırsa, moraliniz bozulursa, derdiniz yokken dertlenir, hüznünüz yokken hüzünlenirseniz bilin ki uzaklarda bir yerde sizin için atan bir kalp vardır, ileride evleneceğiniz kişinin kalbi. O üzülmüştür, sizin canınızda ona sıkılmıştır."

Eksikliği bulduğunu sanmış olmanın rahatlığıyla dışarıya çıkmak için kapıyı açtığı an gerçekle yüzleşti. Evet! Nihayet bugünü diğer günlerden farklı kılanı, eksik olanı, sabahtan beri aradığını bulmuştu. Renkler eksikti! Her şey gri tonlarındaydı tıpkı eski filmler gibi! Ne ağaçların yeşilliğinden ne gökyüzünün maviliğinden nede toprağın kahverenginden eser yoktu. Hemen üstünde ki kıyafetlerine baktı lacivert rengi kot pantolonu, siyah, yeşil çizgili bisiklet yaka penyesi, ayağında ki ışıklı ayakkabının ışıkları dahil her şey gri tonlarında ve tek düze bir renkteydi.

Şaşkınlığını üzerinden atınca; "Bu nasıl olur? Bu kadar renk nereye gitti? Neden gittiler? " sorularını sormaya başladı. Soruları soruyor fakat cevapları bilmiyordu. Şaşkın şaşkın dışarıyı seyrediyor, olanı biteni kavramaya çalışıyordu. "Abaca benim gözlerime mi bir şey oldu? Renkleri göremeyen sadece ben miyim?" Diye geçirdi içinden. Bunu öğrenmenin tek yolunun diğer insanlarla konuşmak olduğuna karar verince kapıyı hızlıca örtüp anne ve babasının odasına gitti.

Annesi bir önce ki akşam çok yorulmuştu, beyaz dedenin hanımı çok yaşlı olduğu için cenaze evine gelenleri o karşılayıp herkesle o ilgilenmişti. Bu yüzden annesini kaldırmaya kıyamayıp babasını uyandırdı. Babası Cemal kırklı yaşlarda, orta boylarda, yer yer ağarmış saçıyla hoş sohbetli bir Anadolu insanıydı. Cemal uyanır uyanmaz Ali'ye "hayırdır oğul?" dedi. "Ne oldu da erkenden kaldırdın beni bilmiyor musun dün çok yorulduk, Allah'tan anneni kaldırmamışsın."

Ali heyecandan bazı kelimeleri yuta yuta anlatmaya başladı. "Baba dedi renkler yok! Her şey aynı renkte siyah gibi bir renk ama adını tam olarak bilmiyorum." Cemal uykulu ve mutsuzdu. Oğlunun konuşmasından da hiçbir şey anlamamıştı. Ama Ali'nin bu heyecanı ona, dün vefat eden beyaz dede ile yaşadığı bir anıyı hatırlatmıştı. "Sen içeriye geç ben elimi yüzümü yıkayıp geliyorum Ali'm" dedi.

Nasıl insan olunur?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin