Her ne kadar 3. bölümümde fazla okuma olmadığı halde ben severe yazdığım hikayemin 4. bölümünü koymaya karar verdim.İyi okumalar (tabi okuyan varsa! yorum yaparsa sevinirim:D)
^^THEA^^
Karanlığın geçtiğini hissettiğim anda gözlerimi açtım. Persephone’nin beni karşılayacağını ummuştum ama hesaba bir şey katmayı unuttuğumu fark ettim.
Aptal kafam!
Amcam bir şeyden şüphelendiyse de tepki vermedi.Anlayışlı amcam benim. Herkes Hades’e karşı yargısız infaz yapıyor ama tanımaya çalışsalar ki kardeşleri bile altını çizeyim kardeşleri bile onu sevmiyor.Oysa ki o babam izin vermese de küçükken yanına giderdim benimle oynardı ve çocuklarıyla tanıştırırdı.(ki fazla çocuğu yoktu)
Karanlık miğferini giymeme izi verirdi.
Persephone’den asla çocuğu olmamıştı.Ailesinde küçük safkan bir ben vardım.Anneme olanlardan sonra beni teselli eden oydu.Babam yastayken sarayına kimseyi sokmuyorken ve benim acıdan evden kaçtığım dönemler…
Bu konu hakkında konuşmayı sevmem zaten bir sürü problemim var. Peşimi bırakmayan bir geçmişimde öyle…
Perseus’un suçsuz olduğuna inanıyorum ve onu Tartarus’a hapsetmem korkunç sonuçlar doğurabilir çünkü ölüler dünyasında onun aklını kim çeldiyse muhakkak Tartarus’tadır ve ben onu çok büyük bir tehlikeye attım!
Ne diyorum ben böyle?! Kafam allak bullak ! Afrodit’in söyledikleri hala aklımda ve gerçekse bile benim gurur duvarımı aşamaz!
Dikkatimi Hades’e vermeye çalışıyordum fakat aklım hala Perseusta.
Yoksa kalbin mi ?
Sen çeneni kapa iç ses!
Tartarus’a gidip onu dinlemeliyim ve gerçeği öğrenmeliydim.Düşmanımın yüzünü görmüş olmalıydı.Tam olarak ne istediğini…Onu oradan da çıkarmalıydım bu biraz beni yoracak olsa bile yapmalıydım onu resmen ölüme terk etmiştim.
Ölü olan birini ölüme terk etmek (!) Çok tuhaf…
Amcama döndüm o hala işlerinin nasıl gittiğini Yer altı Dünyasının epey geliştiği söyledi.Ona gülümsedim ve “Kerberus’u ve anlattığın şeyleri kendi gözlerimle görmek istiyorum” dedim.Başını tamam anlamında salladı.Ayağa kalktım o da benimle birlikte kalkınca endişelendim. “Amca sen otur buralara az gelmedim ne kadar değişmiş olsa da yönümü bulabileceğimden eminim” dedim. Onu yanımda istemediğimi dolaylı yoldan belirttim tabii zeki olduğundan anladı.Bana şüpheli gözlerle baktı bir süre.Ona 32 diş gülümsedikten sonra dışarı çıktım.Ölüler dünyasının kasvetli bir havası var.Ama Hades haklı burası epey bir gelişmiş.Kapılardan dışarı çıktığımda kapıda nöbet tutan ölüler ben geçince eğildiler.
Vay canına burada popülerim!
Nehrin üzerinden geçtim. Ceza tarlalarında yürüdüm .Elsyum ve Kutsanmışlar Adasını izledim.Oradaki insanların kahkahalarını duydum.Perseusta oraya ait diye düşündüm.
Perseus’ta nerden çıktı şimdi!
Sonra nöbet tutan Kerberus’un yanına gittim.Beni ilk önce tanımadı.Hırladı.Sonra yaklaştıkça etrafıma saçtığım ölüm gücünü fark etti.Kokumu aldı ve bana doğru koşmaya başladı.Bu fırsattan istifade ölüler ceza tarlalarına akın ettiler.Bu Kerberus’un umurunda değildi.Üzerime atlamış beni yere devirmişti ve 3 başı birden beni salya banyosuna sokmuştu. “Tamam oğlum! Sakin ol!” dedim ve üzerimden kalktı.3 başını birden okşadım.
Geri döneceğimi söyleyip Tartarus yoluna yöneldim.Kerberus önümü kesti.Oraya gitmemi istemiyordu.Beni korumaya çalışıyordu haklıydı da orada hapis ettiğim bir sürü düşmanım vardı. Varlığımı hissederlerse kötü şeyler olabilecek düşmanlar ama oraya gitmeliydim.Perseus’u dinlemeli sonra üstüdeki büyüyü kaldırmalı,Elsyum’a gitmesini sağlamalıydım. Kerberus hala önümdeydi.Başlarından birine elimi koydum. “Üzgünüm” dedim onu uyuturken.Uyuttuktan sonra etrafından dolastım.Tartarus’a doğru yürümeye başladım.Epey yukarıdaydı.Nefes nefese taş girişe vardığımda kararlı adımlarla aşağıya doğru inmeye başladım.Etraftaki tek ışık kaynağı meşaleydi.
Tek bir tane meşale var! Tabii kimse Tartarus’a gidecek kadar ‘zeki değil’(!)
Önümü göremediğim için adımlarımı temkinli atıyorum yoksa yarığa geldiğimi fark etmeden Tartarus’u boylayabilirim ve bu içeri hapis ettiklerim için bayram olur.
Aklıma bir şey geldi(!) Güneş tanrısı Apollon’un gücü…
Avuçlarımda ışık huzmesi belirdi. Işık huzmesini havaya fırlattım.
İşte şimdi daha aydınlık oldu!
Gücün varlığını hisseden canavarların huzursuzluklarını hissedebiliyordum.
Antik yunanca konuştuklarını duyabiliyordum. Söyledikleri şeyler…
Ağza alınmayacak cümleler…
Şimdi tek yapmam gereken Perseus’u çağırmak… “Ελάτε Περσέα!” diye bağırdım.
“Perseus gel!” Yarıktan yukarıya doğru mavi bir ışık yanıma kondu. Mavi ışıklı olması masumiyet miydi? Solgun yüzü bana doğru baktı. “Thea ben-” dedi ve gerisini getiremedi.Pişman olduğu belliydi. O yüzden ilk söze ben başladım.
“Perseus bana neler olduğunu anlatmalısın. Senin masum olduğuna inanıyorum ortak bir düşmanımız sana tuzak kurmuş olabilir ama çok olduklarından kim olduğunu bulamıyorum.Bana yardımcı ol.Bize yardımcı ol!”dedim.
Daha demin beni avutmasını mı istemiştim ondan?
Başını kaldırdı ve bana üzgün gözlerle baktı. “Thea o gün ben gerçekten seni görmek istedim.Bizim var olmamızı istemeyenler beni engelleyip durdular.Hani sürekli kavga ediyorduk ya bunu onlar başardılar sen gitmeseydin bile biz ayrılmaya mahkumduk ” dedi. Onu artık dinleyemiyordum… Çünkü zayıflığımın bedeli ağır olmuştu.Sonuçları da öyle… Çığlıklar hala kulağımda yankılanıyordu. Masum insanları katlederken onları acı çığlıkları… Kendimi bir anda o günde buldum. Sonumun geldiği gün…