YAĞMURUN SESİ

46 6 3
                                    

Bugün 2 Ekim..Sonbaharın kendini belli etmeye başladığı,hafiften yüzümü sıyıran bir rüzgarın estiği,insanın içine işleyen bir havayla uyandım güne.Penceremin el verdiği müddetçe İstanbul'un kasvetli havasını kısık gözlerle süzdüm.Hep aynıydı ve aynı kalacaktı.

Her ne kadar çıkmak istemesem de yatağımı geride bırakıp banyoya doğru ağır adımlarla ilerledim.Kapıyı açtığım gibi o ruhsuz ve cansız suratımla karşılaştım.Günlerdir doğru düzgün bir şey yemediğim için artık yanaklarım içeri göçmüştü ve tıpkı bir hayaleti andırıyordum.Birisi görse muhtemelen bu terkedilmiş kulübede yaşayan eski bir çiftin hayalati zannederdi.Ama hayır,bu bendim.Eylül Sarıkamış..Babası onu daha doğmadan terketmiş,annesi tarafından ise bu yükü tek başına kaldıramayacağı için yetimhane kapısına bırakılmış bir bebektim.Ama bu durum artık beni üzmüyordu.Sanırım alışmıştım.Evet,olan buydu.Kimsesizliğe alıştırılmıştım.Yıllardır kapımı kimse çalmaz,selam vermez hatta adımı bile bilmezdi.Kendimi dış dünyaya kapattığım kendi cehennemimde kendimi yiyip bitiriyordum.

Üstüme günlerdir sandalyenin kenarında asılı duran eskimiş siyah hırkamı alıp biraz hava almak için dışarı çıktım.Kapıyı açmamın ani etkisiyle sonbaharın taze kokusu burnuma doldu.Hafifçe esen rüzgarı kurumuş tenimde hissettim.Birkaç dakika sonra aylardır yolunu gözlediğim yağmur yüzümü hafiften ıslatarak merhaba dedi bana.Ardından iri damlalara dönüştü ve sanki kendisi de bu anı bekliyormuş gibi toprağı da kendine katarak bu ıssız ve sessiz ormana nefes oldu.İri damlalar hırsını alırcasına vuruyordu toprağın yüzüne.Sanki ona bir şeylerin hesabını soruyordu.Fakat toprak halinden memnundu.Aylardır beklediği sevdiğine kavuşmuştu.Onu yok ediyordu ama aynı zamanda ona muhtaçtı da.

Yağmur toprakla yüzleşirken ben bu anın tadını çıkarıyordum.Usul adımlarla ormanın içine doğru yürüdüm,yürüdüm,yürüdüm.Saatin kaç olduğu veya havanın kararması umrumda değildi.Nasıl olsa bir bekleyenim yoktu.Beni merak edebilecek tek bir canlı.Aslında bu kadarı beni de korkutuyordu ama ne zaman insanlarla kaynaşmak istesem benden sanki bir yabaniymişim gibi kaçıyorlardı.E haksız da sayılmazlar.

Ben bunları düşünürken arkamda duyduğum bir çıtırtı ile kendime geldim.Arkama dönüp ağaçların el verdiği müddetçe etrafımı inceledim.Normalde bu saatlerde kimse buralara uğramazdı.Dallarda uçuşan kuşlara baktığımdaysa henüz tatlı uykularından uyanmamışlardı.Etraf tekrardan sonsuz bir sessizliğe büründü.Artık evime dönmenin vakti gelmişti.Bütün hayatım bu ağaçlarından arasında geçtiği için buraları iyi biliyordum.Ezberlediğim yoldan giderken az önceki çıtırtı tekrardan kulaklarıma geldi ve bu sefer daha ani bir hareketle etrafımı inceledim.Tekrar önüme döndüğümde karşılaştığım manzarayla vücudumdaki tüm kanın çekildiğini hissettim.Bir çift yeşil gözle karşılaştığımda çığlıklarıma engel olamadım.O ise benim aksime ürkütücü derecede sakindi ve çevik bir hareketle eliyle ağzımı kapattı.Sesim artık boğuk çıkıyordu.Bu adam kimdi ve bana ne yapacaktı hiçbir fikrim yoktu.Korkunun damarlarımda gezdiğini yerinden çıkacak gibi atan kalbim ele veriyordu ve kalp atışlarımı eli hala ağzımda olan adamın bile duyduğuna emindim.Şimdi ne yapacaktım?Eğer yapsam bile kimsemin olmadığı bu koca evrende kimden yardım isteyecektim?

Sessiz Çığlık Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin