2. Bölüm

1.5K 69 23
                                    

Ortalama her Trabzonlu aile küçük büyük bir köye sahiptir. Biz ortalamanın biraz daha üstünde olduğumuzdan köye sahip olmamamız oldukça garip olurdu. Köyümüz büyük ve oldukça yeşillik doluydu. Bahçemizde bir sürü ağaç, etrafta ise çeşit çeşit çiçekler vardı. Trabzon'a dair en sevdiğim ayrıntı köydeki büyük ceviz ağacıdır. Ağacın dalları o kadar büyük ve kalındı ki dedemin bizim için yaptığı tahta salıncağın iplerini bağlayabilmek için Ferit abimi merdivene çıkartırdık. O salıncakta sallanmak için sabah erkenden kalkar, kuzenlerim ve kardeşlerimden oluşacak olan sıranın başına geçerdim ama abilerim sağ olsunlar kıdeme öncelik verdikleri için zorla ön sırayı elimden alırlardı. Büyük bir mutsuzluk içinde sabırla sıramın gelmesini beklerdim, sıra bana geldiğinde ise öyle hızlı sallanırdım ki, her öne gidişimde İstanbul'a gideceğimi zannederdim. Köyde evler birbirine uzaktı, komşularımız da çok azdı bu yüzden. Kalabalık bir aile olduğumuz için arkadaşa pek ihtiyaç duymuyorduk zaten. Yedi sekiz yaşlarındayken klasik bir fındık ayında köye çıkmıştık, o senesinde köyde bir inşaat vardı. Evin sahibinin bir kızı ve bir oğlu vardı. Harmanda oynadığımız bir gün köye gelmişler, Suat gidip yanımıza çağırmıştı canları sıkılmıştır diye. Kendisi oldukça arkadaş canlısıydı hatta hala öyle. Çocukların isimlerini veya cisimlerini hatırlamıyorum ama o güne dair unutamadığım önemli bir an var, rezil olduğum an. Onlar yanımıza geldiğinde sallanma sırası bendeydi ve bırakmak gibi bir niyetim de yoktu. Bu kadar kişi sallanamayacağına göre başka bir oyun oynamamız gerekiyordu. Onlarla oynamak yerine boş salıncağı değerlendirme kararı almıştım, sanırım istop gibi bir oyun oynuyorlardı bende arkada dilediğim gibi sallanıyordum. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Salıncakla birlikte tam tur dönerken fındıklığa kaçan topun peşinden bakayım dedim ve ayağım kaydığı için kendi etrafımda tam tur dönerken, tüm bunlar yetmemiş gibi bir de ters döndüm. Sonucunda ayaklarım havaya diklenmiş halde iki yana sallanırken etrafıma toplananlara yerden bakıyordum ve hiç tanımadığım iki çocuğa rezil oldum. Hayatımdaki ilk ve tek rezil oluşum değildi tabii ki bu an. Birçok kere başka birinin başına gelse evden dışarı çıkarmayacak anlar yaşadım. Sokak ortasında yere yapışmalar, misafirin içinde bir demlik çayı devirmeler, sokakta oynayan çocuğun topunu atıyım derken bayırdan yuvarlanmalar... Sayamayacağım kadar rezillik dolu an yaşadım ama hiçbiri bugün ki kadar acı dolu değildi. Düştüysem kalktım, topallayarak eve gittim. Yandıysam elime kremler sürdüm, buz tuttum. Tam daha kötüsü olamaz dediğim anda iş görüşmesine geldiğim evde köpek saldırısına uğradım ve bu da yetmezmiş gibi patronum olması muhtemel bir adam tarafından bebekler gibi kucaklanarak eve taşındım.

Şimdi de temizlik delisi bir insan yüzünden, kırılmış popomun acısını unutmaya çalışarak çamur olmuş üstümle sandalyede oturuyor ve diş izlerinden sızan kanları temizlemeye çalışan, patronum olma ihtimali gittikçe azalan adamın karşısında bebekler gibi sızlanıyordum. Gören karşımdakinin kırk yıllık akrabam olduğunu zannederdi ama hayır, oldukça yabancı ve bir o kadar da yakışıklıydı.

Yakışıklı ile yabancı ne alaka Allah aşkına?

Yahu aklım başımda mı? Ne dediğimi biliyor muyum ben?

"Ay çok acıyor!" Yaranın üstüne dokundurduğu pamuğu geri çekerken sızlanmamaya çalışmak çok zordu. Saniye başı mızıldandığım için yarım saatin sonunda kapı dışarı edilmezsem, işi kesin aldım demektir. Gerçi, bu cani saldırıdan sonra burada çalışmayı kabul eder miyim, bilmiyorum. Her geldiğimde köpek acaba nereden çıkacak ve bu sefer neremi kopartacak korkusuyla yaşamak hiç işten değildi.

"Emin misin? Sadece küçük bir sıyrık. Yavru köpeklerin dişleri keskin olmaz." Adamın köpeği savunması tüm sinir sistemimi alt üst etmişti. Elimi elleri arasında çekip gözüne gözüne soktum derin yaramı görsün diye. Yok, kesin kapıya atacak beni. Hatta kapıya resmimi asıp, içeri girmesi yasaktır, yazarsa şaşırmam.

ALARÇİN-1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin