Çok değişik bir çocukluk geçirdiğim çevremdeki herkes tarafından bilinen bir gerçekti. Yaramaz, umursamaz, hiperaktif, sürekli göz önünde tutulması gereken, okulun bela listesinde ilk üçte yer alan değişikliği göbek adı yapmış bir çocuktum. Her türlü bela ve sorun benden çıkar, yine benden bilinirdi. Öyle uçarıydım ki annem benim asla evlenemeyeceğimi, kalbimin bir yere konamayacağını söyler dururdu, hala daha söylenmeye devam ettiği gerçeği değişmediğimin bir kanıtıdır mesela. Tüm bu hallerimle ortaokulu bitirip liseye giriş yapmayı başarabilmiştim. İnanın ben bile liseye gidebileceğimi sanmıyordum. Hemşire olamayacak kadar hastaları çekemeyen, bir sürü kızın arasında çocuklara bakmayı öğrenmek istemeyecek kadar sinirliydim. Nasıl bir liseye gideceğim herkesçe merak konusuydu ve hakkımda kötü düşünen herkesi şaşırtarak sahip olamadığım çalışma yeteneğimle allem edip kallem edip düz liseye girmiştim. Gittiğim lise belanın nam saldığı bir liseydi. Müdiremiz ve müdür yardımcımız bizi adam etmeye çalışırken oldukça fazla ter dökmüş, iki kalp krizi ve bir sinir krizi ile dört seneyi bitirmiştik.
Liseye dair hatırladığım en net anı, nakil haftasına aitti. İlk yılın ikinci döneminde okulumuza başka okullardan nakiller başlamıştı. Çarşamba günüydü, ilk hafta ders işlenmez mantığına koşulsuz inandığımdan tüm sınıfı dersi asmaya ikna etmiştim. Gruplar halinde okulun içine dağılıp, arka kapıdan kaçmayı planlarken bekçi Süleyman abinin hainliği ile müdür yardımcısına yakalanmış ve yirmi beş kişi aynı anda müdür yardımcısının sınıflardan büyük odasına doluşmuştuk. En önde ben duruyordum çünkü geçerli bir açıklama ile ders saatinde neden dışarıda olduğumuzu açıklamam gerekiyordu. İçimden Süleyman abiye saydırırken dışımdan arkadaşlarımın gazabından kurtulmak için bahaneler üretiyordum. İşte tam o anda kapı tık tıklandı ve müdire arkasında yeni öğrenci ile içeri girdi. Aynı anda bütün yüzler müdireye döndüğü için önümdeki kafalardan arkada bekleyen sureti göremiyordum ama tüm kalabalığın içinde parlayan mavi gözleri görmemek mümkün değildi.
Uçarı ruhum onunla birlikte inzivaya çekilmişti sanki. Oturup, saatlerce bahçede top oynamasını, arkadaşları ile muhabbet edişini, okul çıkışlarında eve yürümesini izliyor ve sadece susuyordum. Kimse bilmiyordu ona dair hislerimi, yalnızca ben ve tuttuğum saçma sapan günlüklerin arasındaki bir sırdı. Profesyonel bir duygusuz olmak emek ister, babam sağ olsun hislerimi belli etmemeyi çok iyi öğrenmiştim bu sayede kimsenin bu tek taraflı aşktan haberi yoktu ama tuhaftır ki içten içe bildiğini düşünüyordum. Sanki göz göze geldiğimiz her anda onu sevdiğimi anlıyordu. Anladığını bilmeme rağmen hiçbir şey söylememiştim. Söyleyecek sözüm yoktu, onu sevmem beni sevdiği anlamına gelmiyordu ve gelmeyecekti de. Sessiz bir korkak gibi uzaktan sevmeye alışmış ruhum, karşısına geçip, seni seviyorum, diyemeyecek kadar cesaretsizdi. Hayatımdaki kimse beni sevmemişti, Kaan'ın sevmesi hayalî olurdu.
Karşılık alamamak mı yoksa seni seviyor olması ihtimali miydi seni korkutan?
Sessiz sevmek kolaydı. İnsan tek başına sevip, üzülebilir ve kendini teselli ederek normale dönebilirdi ama ikili ilişkiler her zaman afallamama sebep olmuştur. Karşımdakini anlamamak ya da derdimi anlatamamak iletişim içerisindeki korkularımın başında yer alıyordu. Sorunları saysak bitmez, velhasıl kelam o sustu, ben sustum. İkimizde susarak gömüldük anılara. O, onu seven kızı gömdü; ben sevdiğim çocuğu.
Neredeyse on yıl geçti günlerin ve hislerin üzerinden. Unuttum sanmıştım, düne kadar aklıma bile gelmezdi Kaan'ı mahallemde göreceğim, gömmek en sağlıklısıydı, eğer tohum değilse toprağın altındaki kolay kolay gün yüzüne çıkmazdı. Ya Kaan bir tohumsa? Yıllarca farkında olmadan sulamışsam ve şimdi filizleniyorsa?
"Sensin," dedi gülümseyerek. Bugün karşılaştıklarım neden beni görünce bu kadar çok şaşırıyordu? Küçücük Trabzon, karşılaşmamak tuhaf olurdu. Elini çantam sayesinde kanlanmış mavi gözünden çekip hasarı gözüme soka soka sırıttı. O böyle gülünce, konuştu kişi ben miyim diye sorgulamadım desem yalan olur.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALARÇİN-1
Teen Fiction"İnsanların kişilikleri isimlerinin anlamlarıyla ilişkilidir," dediğinde kısa bir an ne demek istediğini algılayamamıştım ama saniyeler sonra devam etti. "Güzelliğini güneşin kızıllığından alan." "Çoğu kaynakta güneş yerine ateş yazıyor. Ulaşılması...