Filistin | el-Halil - Aralık 2015
Nefesini tuttu. Kalbi her atışta olduğu gibi yine hızla çarpıyordu. Gez'i ayarladı, emniyet mandalını atışa taktı. Silahı omzundan kaldırıp sakince boş şarjörü yenisiyle değiştirdi ve kurma kolunu çekti. Kalaşnikofunu tekrar omzuna yerleştirdiğinde silahın vücudundaki bir boşluğu doldurduğunu hissetti. Silahının onun bir parçası olduğuna inanmıştı hep.
Sağ gözünü kısıp nişan aldı ve nefesini yavaşça vererek tetiğe bastı. Atışın etkisiyle silahı yasladığı omzu hafifçe sarsıldı ve dudakları, içine bir tutam gurur serpiştirilmiş bir gülümsemeyle kıvrıldı.
"6'da 6." Arkasında özenle yontulmuş bir heykel gibi dikilen Vasîm'in sesi her zamanki soğukluğuyla çıkmıştı.
Atış çalışmaları sırasında bambaşka bir insana dönüşüyordu Vasîm. O neşeli genç gidiyor, yerine sert bir kaya geçiyordu. Esmer tenine uygun siyah saçları rüzgardan dağılmıştı. Yüzüne bakınca ilk olarak sakallarla çevrili çenesindeki dudağının alt kısmına doğru bir çizgi halinde uzanan boşluk dikkat çekiyordu. Bu yara izini nasıl kazandığını kimseye söylemez ama onu kendisine çok yakıştırdığını her fırsatta dile getirirdi.
Üzerine tam oturan koyu yeşil askerî yeleği ve Aralık ayında olmalarına rağmen sıcak çöl havasına tezat olarak giydiği, parmaklarını açıkta bırakan deri eldivenleriyle her an bir çatışmaya girecek gibiydi.
Ömer ayağa kalkıp ter ve kumla alnına yapışan kahverengi saçlarını geriye itti. Onu rahatsız edecek kadar uzamışlardı artık.
"Benden hiç bir şey kaçamaz" dedi silahını bulutsuz gökyüzüne doğru kaldırarak. İşaret parmağı hala tetikteydi.
"Hedefin her zaman hareketsiz bir konserve kutusu olursa haklısın, evet."
Vasîm'in kaşları cüretkar bir şekilde havaya kalkmış, yüzüne alaycı bir ifade vermişti.
Ömer silahını göğsüne siper edip diğer elini namluya yasladı. "Yerinde olsam elimde bu canavar varken böyle konuşmazdım."
Vasîm yarım bir şekilde güldü. Güldüğünde yara izi gerilerek genişliyor, düz çizgi çatlaklar halinde yayılıyordu. "Silahını temizle de yemek yiyelim, konserve mücahidi" dedi ve arkasını dönüp kurdukları ilkel çadıra doğru yürüdü.
Çadırdan gelen güzel kokuları Ömer de almıştı, safran ve kırmızı etin mükemmel uyumunu nerede olsa tanırdı. Vurduğu konserve kutusunu bulmak için hızlıca ters yöne doğru koştu. Kutu, çöl kumları üzerine ölü bir düşman gibi uzanmış, kurşunun etkisiyle yamulup metrelerce uzağa savrulmuştu. Ömer onu bulabildiği için mutluydu.
Kutunun üzerindeki yaşlı adamı seçti gözleri. Bir zamanlar güzel olduğu söylenebilecek bir bezelye konservesiydi ve üzerinde, elinde yeşil bezelyelerle dolu bir sepet tutan yaşlı bir çiftçi vardı. Ömer atıştan önce çitfçiye alnının ortasında bir göz daha isteyip istemediğini sormuş ve adamın kafa salladığını hayal etmişti.
Şimdi parmakları zavallı çiftçinin üçüncü gözü olan kurşun deliğinin üzerinde geziniyordu. "Çok yakışmış" deyip güldü ve konserveyi elinden bıraktı. Yer çekiminin etkisiyle düşmekte olan kutuya havadayken bir tekme savurup göremeyeceği kadar uzağa uçmasını seyretti.
Hedefi koydukları kayanın yanına gelip sıcak kumların üzerine oturdu ve silahını kucağına aldı. Şarjörü çıkartıp emniyeti açtı. Güneş yüzünü yakıyor ve başına gelişigüzel sardığı poşusu terini emiyordu. Rüzgarın etkisiyle poşu iyice kaymış, saçlarını açıkta bırakmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cennet Rüzgarı ريح الجنة
Teen FictionSeni unutursam ey Kudüs! Sağ elim hünerini yitirsin. Seni anmaz, Kudüs'ü en büyük sevincimden üstün tutmazsam, dilim damağıma yapışsın! | Tevrat - Mezmurlar 137.