Filistin | el-Halil - Mart 2016
Karın boşluğunda tuhaf bir his vardı. Ciğerlerinden boynuna doğru yükseliyor, çenesinin titremesine sebep oluyordu. Aklına o yüz geldiğinde ise boğazından gözlerine çıkarak açık kahverengi gözlerini yaşlarla dolduruyordu. Bakamadığı o yüz. Akmayan gözyaşları şakaklarına şiddetli bir ısı yaymıştı. Ağlamıyordu, ağlamayacağına söz vermişti defalarca. Ağlamayacaktı. Bunun daha çok acı verdiğini farketmiyor gibiydi.
İlk hain damla gözlerinden yanaklarına, oradan da buruk bir acıyla büzüşmüş çenesine iniyordu. Gözyaşını sağ elinin tersiyle sildi itercesine. Ağlamayacaktım. Bu kaçıncı söz verişim?
Gözlerini kapattığında bir damla daha eklendi öncekine. Ve bir tane daha. İstemsiz bir hıçkırık çıkmıştı boğazından. Neden bu kadar yanıyordu ki canı? Daha önce defalarca ağlamıştı. Ama hiçbir gözyaşı akarken yüzünü yakmamıştı. Çünkü bunlar, daha önce hiç tatmadığım duygular.
Hayalinde hep cesur bir mücahide aşık olurdu. Küçükken bu mücahidin ismi abisi Seyfullah'ın arkadaşlarının isimlerini alırdı.
Bir yahudi, bir casus, bir düşman. Aklına gelecek son ihtimal bile değildi ama şimdi evet, onun için ağlıyordu.Kalbi ikiye ayrılmıştı sanki. Bir yanı ondan nefret ediyordu, en çok da ona bu acıyı çektirdiği için. Bir yanı ise bir şekilde kendisini bulup bir casus olmadığını kanıtlamasını istiyordu. Hangi yanının daha ağır bastığını asla söyleyemezdi.
Aşk zehirdir diye okumuştu bir kitapta. İçerken tatlı gelse de zehirdir. Zehrin vücudunu ele geçirdiğini, alevli parmakların boğazını sıktığını hissediyordu. Fakat bunu söylemek için çok erken değil miydi? Nasıl bu kadar çabuk hüküm verebilmişti duyguları hakkında?
"Tasnîm? İyi misin?"
Omuzlarında yumuşak bir dokunuş hissetti. Zu'lhayâ'nın yumuşak hatlı yüzü endişeliydi. Ufak tefek bir kızdı ve yanaklarındaki kırmızılık, bazen aşırıya kaçan utangaçlığını açığa vuruyordu. İsmi de bunu tekid etmek için verilmişti sanki. (Zu'lhayâ: Arapça, hayâ sahibi) Her şeye rağmen sevimli bir kızdı.
"Ah, iyiyim. Çok iyiyim. Aişe nerede?" Kendini toparlamaya çalışarak eteğini çekiştirdi.
"İçeride. Ahmed ve bir kaç kişi daha geldi. Son kez konuşmak istediklerini söylediler."
Son kez. Neden ona ölecekmiş gibi davranıyorlar?
"Bizden kim var?" diye sordu destek almak ister gibi.
"İman ve Yumna."
Tasnîm kalktı ve üzerini giyindi. Siyah peçesini gelişigüzel bağladı, aynı renk eldivenlerini soğuk ellerine geçirdi. Ahmed ve bir kaç kişi demişti Zu'lhayâ. Başka erkekler de vardı ve bu tesettürüne dikkat etmesini gerektirirdi.
Koridora çıkıp seslerin geldiği odaya yöneldi. Kapıyı yavaşça çaldı, ardından beklemeksizin içeri girdi. Babası Abdullah büyük gri koltuğun en köşesine, Ahmed ve Tasnîm'in daha önce görmediği muzip bir yüz ifadesi takınmış olan gencin yanında oturuyordu. İman, Yumna ve Aişe daha uzaktaki masada, Vasîm ve Humam pencerenin önünde ayakta duruyorlardı.
Yahudilerin Purim kutlamalarının sesleri kapalı pencerelerin ardından bile kulağını tırmalıyordu Tasnîm'in. Gece boyu süren müzik ve dans azalsa da sabahın ilk ışıklarına kadar devam edecek gibiydi.
Odanın havası kalabalıktan dolayı iyice ağırlaşmıştı. Ter, erkek parfümü ve endişe. En çok da endişe kokuyor.
"Ne yapacağını anladın değil mi kızım?" Abdullah'ın sesi oldukça sakin çıkıyordu. Aişe'yi ürkütmemeye çalışıyor olmalıydı. Odadakilerin arasında en sakin duranı Abdullah ve Ahmed'in yanındaki gençti. Diğerleri gergince fısıldaşıyordu, korkusuz Vasîm bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cennet Rüzgarı ريح الجنة
Teen FictionSeni unutursam ey Kudüs! Sağ elim hünerini yitirsin. Seni anmaz, Kudüs'ü en büyük sevincimden üstün tutmazsam, dilim damağıma yapışsın! | Tevrat - Mezmurlar 137.