"Vahşetin ortasında, şafak vakti açan bir çiçek gibi ışıldıyorum"
***********
1 Nisan 2102
Sabah Jack'in her sabah olduğu gibi kapımı çalmasından önce Aldwin beni uyandırdı. "Kalk Sam, kalk" Önce kim olduğunu anlayamamıştım tabi. Gözümü ovuşturup doğrulduktan sonra 'Burada ne arıyorsun?' der gibi Aldwin'in telaşlı gözlerine baktım. "Sana oraya gidince anlatacağım" dedi.
Beni kolumdan tutup terliklerimi ayağıma tıkıştırdı. Kafasını taşımakta zorlanan bebekler gibi başım bir o yana bir bu yana düşüyordu. Bir haftadır buradaydım ve Ald'ı bu kadar telaşlı gördüğüm olmamıştı. Bu düşüncemden kurtulup dolabımdan kırışık bir gömlek alıp hemen giydim.
Aldwin ben giyinirken kapının eşiğinde durmuş koridorun iki yanına da bakıyordu. "Gel hadi!" Ayaklarımda terlik olduğunu bile düşünmeden peşine takıldım. Ald hemen yan tarafımızdaki merdivenden inip merdiven aralığındaki vitrini yerinden oynatmaya çalışıyordu. "Orada durmayı kesip bana yardım etsene!"
Vitrini ittirirken ne yaptığımız hakkında hiç bir fikrim yoktu. Saatin altısında, kırklı yaşlarında bir adam telaşlı bir biçimde beni bir yere götürmeye çalışıyordu. Tek anladığım buydu. Vitrini bir metre ittirdikten sonra oldukça şaşırmıştım. Duvarda koca bir delik vardı ve aşağı doğru 8 ya da 7 metrelik bir sürgülü merdiven vardı. Ald hiç tereddüt etmeden merdivenden aşağı inmeye başladı. "Çabuk ol Sabah Ayinini kaçıracağız"
Aşağı indiğimizde etraf lağım kokuyordu ve ayak bileğime kadar kirli suya basıyordum. Terliklerimin arasından giren su ile tüm ayağımın ıslanması hiç de hoşuma gitmedi. Aldwin ise etrafa bakınıyordu ardından gözlerini bana dikip "Dinle" dedi. Çok derinden gelen bu sesler burada ayin olduğunu doğruluyor dibiydi. Loş ışıkların arasından o sesin kaynağına geldik. Sabah sersemliliği ile Aldwin'in her dediğini yapıyordum fakat gördüğüm şey beni hemen hoş uykumdan ayılttı.
***********
*
Bir grup insan ateşin etrafında durmuş bir şeyler yapıyor gibiydiler. Sonra yüzünde kemiksi bir maske olan adam ayağa kalkıp herkese seslendi. "Müzik!..... Sanatım mükemmel olmalı...."*
Arkadan gelen müzik beni şaşırttığını sanıyordum, yanılmışım... O anda o adam sırtından çıkardığı palasıyla etrafındakilerin kanlarının vücutlarından fışkırmasına fırsat vermeden lime lime doğramaya başladı. Maskesi beni korkutmaya yeterdi bile. Ama o bunla yetinmiyordu....
Sanki o psikopat adam palasıyla dans ediyor gibiydi. Öyle bir estetiği vardı ki öldürdüğü insanlara bakmıyordum bile. Müziği ile yaptığı uyum gözlerimi direk ona bakmamı zorluyordu. Gerçekten de sanat yapıyordu bu adam. Diyebileceğim tek şey buydu...
Gözlerimi o maskeli adamdan ayırmadan Ald'a sordum. Dilimin bağı açılmış gibiydi "Bu adam kim?" Aldwin'de konuşmama şaşırmamış gibi bana cevap verdi "Virtüöz..."
"Neden böyle bir isim vermişler ki bu adama?"
"Çünkü sanatını gerçekten de mükemmel yapıyor."
***********
"Kaçışımız ona bağlı." dedi ardından. Az önce gördüklerimin etkisindeydim hala. Sonra devam etti;
"Bu adamın hastanede nasıl bir kaos yaratabileceğini düşünsene. Sonra etrafta uçuşan beton parçaları ile birlikte buradan kaçışımız bir olur. Kanalı geçtikten sonra Transpralin'e doğru yol alırız."
Terliklerimin arasına giren lağım sularından rahatsız olmuştum. Onları çıkarttıktan sonra yan tarafa doğru fırlattım. Bu ucubenin yarattığı estetiğe hayran kaldığımdan etrafıma bakamamıştım. O adam hala bodrumun ucundaki ateşin yanında duruyordu ama şaşırdığım şey az önce yarattığı katliamdan sonra hiçbir tepki vermemesiydi. Etrafın karanlığından hiçbir duvar gözükmüyordu. Sanki sonsuz karanlığın içindeki o kemik maskeli ucubenin yaptığı sanattan hoşlanmıştım. Hayır bu kadar duygusuz olamam.
Bir anda başım döndü. İki dakikadır sessizce bana bakan Aldwin beni bodrumun arka tarafından dışarı çıkardı. Islanmış ve berbat kokan ayaklarımı hastanenin arka tarafındaki çimlerle temizledim. Ayaklarımı çimlere sürterken hastanenin devasa bahçesindeki devasa çınar ağaçlarından birine yaslanmış beni izliyordu hala. Saate baktı.
"Üzgünüm Sam gitmeliyim. Ortalıklarda böyle görünme."
Bir şey dememe izin vermeden hızlı adımlarla hastanenin ön kapısına doğru yürüdü. Öyle kalakalmıştım. Üstümde beyaz giysim ve çıplak cılız ayaklarımla uçsuz yeşillikteki arka bahçenin bakabildiğim en uzak noktasına kadar baktım.
Bir yandan bu "Virtüöz"ün kim olduğunu ve neden hastanenin bodrumunda böyle bir katliam yaptığını, bir yandan da Aldwin'in neden öyle birden çekip gittiğini düşünmeye başlamıştım. Yandaki banka oturarak bahçeyi izlemeye devam ettim ardından.
***********
Saat öğleye yaklaşmış olmalıydı ki arka kapıdan gri tulum giymiş iki adam yaklaştı. Ve kulağımı kapattım, gözlerimi bulanıklaştırdım..
İkisi de yüzüme tükürerek bana küfrediyor olmalıydılar. Duymuyordum. Adamlar sırayla benim gözlerimin içine bakıyor olmalıydılar. Görmüyordum. Yüzlerini hiç görmedim bile. Ardından omzumun sarsılmasıyla yere düştüm. Birkaç tekme, iki yumruk. Kendimi kendime kapatıp dünyadan ilişkimi kestiğimde tam bir deli olmalıydım.
Sonra birden her şey netleşti. Kuşların sesini bir anda duyar oldum, rüzgarı hissettim. O anda adam beni gömleğimden tutup kaldırmış yüzüme tükürerek;
"Konuşsana dilsiz!" ,diye bağırıyordu.
Sonra ikisi kolumdan tutarak beni içeri götürdüler. Buraya geldiğim günkü gibi nazik olmadıkları kesindi. İlk defa buranın gerçek bir tımarhane olduğunu hissetmiştim. Ayaklarımın yere sürerek beni beyaz oda denilen yere aldılar ve deli gömleği giydirdiler. 3 metrekarelik bu oda benim yaşadığımı unutmak için her şeyi olduğunu kanıtlıyordu.
Sadece beyaz. Boş. Tek renk bitmek bilmeyen düşüncelerim.
Beni oraya attıklarında hemen köşeye yaslandım. İlk başta gülümsemeye başladım, sonra sırıttım ardından bu kahkahalara dönüştü. Çok net ve kalın bir sesle bana kapının küçük penceresinden bakan çirkin ve korkak gözlerle bakan bekçiye seslendim;
"Virtüöz gerçekten deli bir adam değil mi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
T R A N S P R A L I N
Ciencia Ficción"Susmak en tehlikeli silah. Ölüm ise en büyük yalan." Transpralin" ne mi dersiniz? Bu konuda hiçbir fikrim yok.... ********** "Sevgili okuyucular, size bu retro-futuristik evrende, kötü yeni dünyanın nasıl doğduğunu ve bu kötü dünyaya "sessiz"...