Yanılmıyorsam haziran ayının son günleriydi. Yağmur yağıyordu. Kendimi kaybetmiştim, etrafımdaki herkesin benzer hallerde olduğunu da bilerek. Phil Renal'in cesedi resmi olarak bulunmuştu. Anne ve babasının tüm ümitleri yok olmuştu ve kasabanın tamamı o aileye gerçekten acımaya başlamıştı. Kısacası Renal'ler için işlerin aniden tepetaklak olduğunu söyleyebilirdim. Biricik oğullarını akıllara gelebilecek en korkunç şekilde kaybetmişlerdi.
Phil'e karşı en ufak bir öfke veya nefret duymuyordum. Sıklıkla keşke ondan hiç nefret etmeseydim diye düşünüyordum. Onun başına gelenler beni üzmüştü.
Hatırlıyorum da yıllar önce okuduğum bir öyküde şöyle yazıyordu, acıya neden olan herkes acı çekecektir.
Phil bunun bir örneği gibi gelmişti bana. Öyle olmalıydı fakat sonradan bu düşünceyi kafamdan silip attım. Ne de olsa o da benim gibi bir çocuktu. Hata yapmıştım. Cenazesinde içimden yüzlerce kez Tanrı'nın onu diğer tarafta koruması için dua ettim. Bu dünyada acımasızca yok edildiği için Tanrı ona tüm kalbiyle sahip çıkmalıydı.
Phil'i affettim. Herkesin affetmesini umdum. Affedildiğinde rahat edecekti. Büyük annem hep böyle söyler."Hazır mısın, Jason? Gidelim mi?"
Önce anneme baktım sonra da tam karşımda duran aynaya. İlk defa siyah bir takım giyiyordum. İtiraf etmeliyim ki daha önce hiç cenazeye katılmamıştım. Phil'inki ilk olacaktı. Korku bir yana, heyecan duyuyordum. En azından onu uğurlama şansım olacağı için. Aynaya tekrar baktım. İşte o an siyahın hüzün rengi olduğuna karar verdim. Sanıyorum ki hayatım boyunca siyahtan hoşlanmamamım nedeni buydu.
"Gidelim anne."Kilisenin önü sandığımdan daha kalabalıktı. Şaşırmıştım. Phil'i kimse sevemzdi ama gelmişlerdi. O anda anladım ki, insanlar birbirlerine öldüğünde yaşadığından daha fazla değer veriyordu. Çok garip. Eminim şu an Phil her neredeyse değer verilmeyi ve sevilmeyi umursamıyordur.
Kendimi bildim bileli kiliseye her pazar gelirdik.
Genellikle buraya Tanrı ile konuşmak ve ondan bir şeyler istemek için geliyordum. Phil'i geri istesem verir miydi? Sanmıyorum.
Lucas'ı gördüm. Sonra da arkadaşım Dasy ve Bob.
"Yanına oturabilir miyiz, Jason?"
"Elbette."
Sessizlik uzun sürdü. Kimse konuşmak istemiyordu. Yada belki söyleyecek bir şey yoktu. Phil'in tabutuna baktıkça içinde paramparça edilmiş, on üç yaşında bir çocuğun olduğunu düşünüyordum. Tavşan adam tarafından afiyetle yenmiş bir çocuk...
Tüm vücudum bir anda ürperdi. Gözyaşlarımı tutamadım.Baş rahip Phil için dua etti ve onun hakkında hayatımda duyduğum en duygusal konuşmayı yaptı. Sadece bu değildi. Onun hakkında pek çok kişi konuştu. Ama annesinin konuşmasını unutmuyorum.
"Phil, benim koca böceğim." Gözyaşları. Ağladı. Herkesin önünde. "Aman Tanrım. Ben çok üzgünüm. Bizimle çok az zaman geçirebildi. Zavallı Phil. Onu ne kadar sevdiğimi size anlatmanın hiçbir yolu yok." Durakladı. Ağlaması devam etti. "Çok kısacık bir ömrü oldu. Benim böceğim bunu hak etmemişti. O benim kalbimde hep yaşayacak. Bunu yapan kişiyi ise bulduğum anda kendi ellerimle öldüreceğim. Elveda Phil. Hoşçakal böceğim. Dünya seni seviyor."
Bayan Renal'in bu konuşmasından sonra sanırım salonda ağlamayan kimse kalmamıştı. Annem, Lucas, Bay Renal hatta büyük annem bile. Ve ben.
Tabutunu açmadılar. Sanırım herkes onu bilinen haliyle hatırlamak istiyordu. Öyle hatıralyacaktık. Elveda Phil.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ama Tatlım, Burası Harikalar Diyarı Değil
HorrorHayalleriniz daima parıltılı ve rengarenktir. Çünkü genellikle işler orada yolundadır. İnsanların oyuncak bebekleriniz gibi iyi kalpli olduğunu ve yoldan geçen her yaşlı ihtiyarın size şeker vereceğini düşünürsünüz. Her daim güzel düşler kurar ve ol...