Haftanın son gününde gelmiştik ve şans eseri öğretmen olmuş bu adamın dersine tahammül edemiyordum. Daha ikinci haftadan bu kadar sıkılmışken önümdeki koskoca 9 ayı nasıl geçireceğim konusunda endişeleniyordum. Eylül ayında olmamıza rağmen bunaltıcı bir sıcak vardı, kafamın sola çevirip bahçede beden dersi olanların ısınma hareketlerini izlemeye başladım.
"Sedef, noldu ?"
Nihan'ın gittikçe itiklemeye dönüşen dürtüşlerine karşılık ona döndüm. Yüzüme sanki yaralıymışımda çaresizce beni izliyormuşcasına baktı.
"Başım ağrıyor, iyiyim." demekle yetindim. Bu sefer başımı sıraya gömdüm ve birazda olsa uyumayı denedim. Çünkü gerçekten başım ağrıyordu. İki gündür olduğu gibi her gözümü kapandığımda aklıma gelen görüntüden kaçamadım. Sakarlığım yüzünden yaşadıklarım yanıma kar kalacaktı, çünkü çömezliğime vermişti (!). Aynadan bana baktığındaki öfkesi, beni bakışlarıyla toz duman etmeye yetmişti. Tam arkamı dönmüşken hızla kolumu kavrayışı, tenimdeki alevlenme, aramızdaki o küçük boşluk ve tabi ki göz ardı edemediğim o inci dişlerini sıka sıka konuşması.
Başımdaki ağrı ben bunları düşündükçe körüklenmiş, zihnimi ele geçirmişti. Ara ara geçirdiğim ama yaşadığıma lanet ettiren bu baş ağrısı beni daha da zayıf düşürmeden sınıftan çıkmalıydım. Hocaya durumu açıkladığımda beni şaşırtarak kafasıyla onayladı. Doğru sınıftan çıkarak 11. sınıfların katına indim, revir yazan kapıya yöneldim. Öyle büyük bir yer değildi, kullanılmayan bir odaya bir sedyeyle perdesi, içi oldukça geniş bir ecza dolabı, birde hemşirenin oturması için dolaptan yanı sıra daha küçük tahta bir masa ve sandalye konmuştu. İçeri girmemle hemşire gülen surat ifadesiyle bana döndü.
"Merhaba tatlım. Sorun ne ?"
"Çok başım ağrıyor." dedim elimi şakaklarıma bastırarak.
Eliyle sedyeyi gösterdi ve ecza dolabında yöneldi. Biraz oyalandıktan sonra yanıma geldi elime bir bardak su ve hap tutuşturdu ardından masasına geçti. Masanın ucunda duran kalemlikten bir kalem seçti ve önünde duran deri kapaklı defteri açtı.
"Adın neydi tatlım?"
"Sedef. Sedef Soysal" dedim suyunu yudumladıktan hemen sonra.
"Pekala tatlım sınıfını ve numaranı da alabilir miyim?"
"9/D 769"
"Şimdi benim müdür beyin yanında bir işim var sen biraz uyumaya çalış, eğer baş ağrın daha da şiddetlenirse buradaki telefondan ailene haber verebilirsin."
Kadını yarı baygın dinledikten sonra yarı sert sedyenin üzerinde bacaklarımı kendime çektim ve ellerimi iki bacağımın arasına alarak uyumaya çalıştım.
***
"Gelmeye çalışacağım dedim ya oğlum,hem sen neden yoksun bugün?" dedi yabancı bir ses.
Yavaşça gözlerimi araladım, başımdaki ağrıyı yokladım ve geçtiğini anlayarak tebessüm ettim. Ses çıkarmadan perdenin arkasındaki sesi dinliyordum.
"Çömezliğine veriyorum!"
Hala unutamadığım cümlesi kulağımda yankılanınca gözlerimi fal taşı gibi açtım. Çünkü bu ses ona aitti ve ben burada gizlice onu dinliyor durumundaydım. Ayaklarımı topladım ve perdenin aralığından ona baktım.
Keskin çizgilerle kontürlenmiş yüzü, 'ben buradayım' diye bağıran elmacık kemikleri, yutkundukça ileri savrulan adem elması, oynadıkça siyahların kendini ele verdiği koyu kahve saçları, düzgün tırnaklı, ince uzun parmaklı eli ve tek tek özenle dizilmiş kirpikleri. Ağzım açık onu izlerken, telefonunu kapattı özensizce ama hafifçe masaya savurdu. Önce ellerini saçlarının arasından geçirdi daha sonra tereddütle çekti, sanki kendinden kaçıyor gibiydi. Yavaşça duvara yaslandı ve yerde bağdaş kurdu. O kusursuz başını yaslanacak omuz ararcasına benim olduğum tarafa doğru eğdi.
Bir an ne yaptığına anlam veremedim ve kendime kızarak kafamı dizlerime yasladım. Aynı odada oturuyor, aynı odada susuyorduk. O benden bir haber, ben ona hayran. Soluklarımızı denk getirmeye çalışıyordum saniyeler geçip giderken. O sırada bir kilit sesi duydum, oda duymuş olacak ki huzursuzca gözlerini araladı. Ardından tüm odayı acı bir siren sesi kapladı. Kapının ardından gelen çığlık sesleriyle sedyeden korkuyla sıçradım ve telaşla onu arkamda bırakarak kapıya koştum. Onun ne yaptığını göremiyordum, korkudan bakacak halim de yoktu. Birkaç kez kapıyı zorladıktan sonra çaresizce kapı kolunu bıraktım
"İmdat ! Yardım edin!" diye bağırmaya başladım bir anda. Ben bağırdıkça koridor sakinleşiyor, sessizleşiyordu.
Hızla yanıma geldi ve aynı o günkü gibi kolumu kavradı. Telaşla arkamı döndüm ve o buz bakışlarıyla karşı karşıya geldim. Bana nazaran o soğukkanlılığını koruyordu. Yine bu kadar yakın olmak beni o güne sürükledi.
"Bağırıp durma, duymuyorlar işte!" dedi sesini yükselterek.
Korkumdan, telaşımdan ve en baskını da ona olan hayranlığımdan cevap vermiyordum.
"Bir dakika, bir dakika! Sen osun !" dedi alayla.
Kızardıkça kızarıyordum. Daha fazla rezil olmamak için arkamı döndüm ve kapıyı tekmeledim. Ne ses vardı ne seda.
"Beni dinledin değil mi çömez?" dedi az önceki halinden taviz vermezcesine.
Artık bu kadar üstüme gelmesine sinirlendim. Sadece bir kere üstüne kazayla çay dökmüştüm ve bu kadar çok baskıya maruz kalmayı haketmiyordum. Özür dilemiştim zaten. İçimdeki sabrı son zerresine kadar tüketen çocuğa döndüm, ağladığımı konuşurken ağzıma gelen gözyaşından anladım. Acıyan boğazımı aldırmadan yutkundum.
"Seni dinlediğim falan yok! Revirde uyuyordum, sen gelmişsin ve biri var mı diye bakmaya tenezzül etmeden konuşmaya başlamışsın, bu benim suçum değil! Eğer buraya geleceğini bilseydim sınıfta baş ağrısından ölmeyi tercih ederdim." dedim.
Hayır, yanılıyordum. Geleceğini bilsem tabi ki tereddütsüz gelirdim. Hayretle bana bakarken, elimle sertçe gözyaşlarımı sildim. Tam ağzını açacakken kapının kilidi açıldı. Önde hemşire ve müdür yardımcısı, arkalarında da tüm öğrenciler uzaylı görmüşçesine bize bakıyorlardı.
"Çocuklar biri yanlışlıkla yangın alarmına basmış. İyi misiniz?"
Tüm herkes bizi süzüyor, imalı imalı bakışlar atıyorlardı. Kızardığına emin olduğum gözlerle koşar adım kalabalığı yararak revirden çıktım. Son duyduğum şey hemşirenin içeride benimle birlikte kalan dev buz kütlesine nasıl kilitli kaldığımızı sormasıydı.
Yeniden merhaba! Gerçekten yazarken çok zorlanıyorum. Çünkü tam olarak birbirleriyle diyoloğa sokmadım. Dediğim gibi ikisi de biraz olsun birbirini tanıdıkça yazmam kolaylaşacak. Multimedya'da Sedef'in revirdeki hali var.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kod Adı : Çömez
ChickLit*** "Mezun oluyorum" "Farkındayım Sedef ama hala çömezsin." dedi beni kollarının arasına alarak. *** Arsel, ne popüler çocuktu, ne kötü çocuk. Fazla rahat ve bir o kadar da Sedef'in ilgisini çekmiş biriydi sadece.