RUHUN AKIŞI
3. BÖLÜM / FİNAL
Yazar : Hatice Kurtaran
Hüzün dolu, 4046 kelime 12 sayfalık bir Final'e hazır olun.... Keyifli Okumalar
--- 2 GÜN SONRA ---
Suna, iki gündür hastanede aklını toparlamaya çalışıyordu. Hızlı geçen iki günlük süreçte Yekta uyanmış ve de o Yekta'nın hastalığını öğrenmişti. Suna, genç adamın kendine dikkat etmesi gerekirken kendisini umursamayışı karşısında oldukça üzülüyordu. Yine doktorla konuşmuş ve genç adamın odasına doğru yürümeye başlamıştı. Dakikalar sonra ise odaya girdiğinde gördüğü manzara ile nefesini tuttu.
'' Bu.. bu olamaz ! '' diyerek girdiği gibi odadan çıktı ve kapının arkasına yaslandı. Kendine gelemeye çalışarak odanın kapısını hüsranla açtı.
Yekta'nın odasını ölü sessizliği ele geçirmiş gibiydi. Bomboş bir yatak ve soğuk duvarlar genç adamın burada yattığından bile şüphe uyandıracak cinstendi. Suna gördükleri ile kısa anlık bir şok geçirirken kapının arkasında duran krem rengi dolap ilgisini çekmişti. Hızla dolabın kapağını açıp Yekta'ya ait eşyaların orada olup olmadığına baktı. Daha birkaç saat önce genç adamın giysilerini kaplayan dolap sadece bir şey haricinde bomboştu...
Dolaptaki beyaz kağıdı yavaşça alarak gözlerini kapattı. Kağıdın içinde ne yazdığını delice merak etse de yüreği okuyacaklarına karşı daha hazır değildi. Kim bilir Yekta ne sebepten ötürü hastaneden kaçıp gitmişti ?... Suna kalbinin sıkıştığını hissederken aklına gelen şeyle kaskatı kesildi. Genç adam bu zamana kadar hastalığıyla ilgili kendine hiç dikkat etmemiş ve durumunu daha kötü hale getirmişti. Şimdi ise hasta bir şekilde kendine ne kadar dikkat edebilirdi ki ?
'' Ya bir şey olduysa , ya yalnız bir şekilde sonsuzluğa hapsolursa ? '' tarzı soruları kendine ve boş kağıda karşı sormaya başlamıştı.
Gerçekten de o '' ya '' lar çıkarsa ne olacaktı ?
Acı dolu bir ölümle hayata gözlerini kapamak mı daha zor olur yoksa kimsenin seni tanımadığı bir ortamda yalnızlığınla beraber sonsuzluğa uzanmak mı daha ? Genç kız bu ağır soruyu kendine sorduğunda ne cevabı söyleyebilmiş ne de soruya dair bir cevap düşünebilmişti...
Suna, kalbinden geçenleri kelimelere dökünce içinde bulunduğu durumun daha vahim olduğunu kavradı. Eli titreyerek de olsa kağıdı açmayı başarmıştı. Sakinliğini korumaya çalışarak yazıları okumaya çalıştı.
'' Suna...
Sana ne desem biliyorum ki yaptıklarını ödeyemem. Ama öncelikle sana demek istediğim bir şey var. Tüm samimiyetimle Senden Özür Dilerim... Seni öpmem en başından beri yanlış bir hareketti... Bunu biliyorum ama o anki ortamda bunu yapmazsam kendimi Meriç'ten uzak tutamam gibi gelmişti. Seni kullanmışım gibi hissetmem vicdanımı yerle bir etti. Umarım bu affımı ölüm günlerimi saydığım bu zamanlarda kabul edersin. Vicdan azabımla beni ölüme uğurlamayacağını biliyorum da... Sen bilmesen de seni çok iyi tanıyorum. Yalnızlığından, sürekli hayata karşı yenilmekten bıktın usandın ama bunlar son çırpınışların deniz kızı... Sen de bir gün hak ettiğin prensi bulup çırpınmayı keseceksin. Yıllardır süren arkadaşlığımızın sonlarına doğru seni çok üzdüm ama sen yine de yardım elini benden çekmedin. Hastanede olduğum sürede hep yanımda destekçim oldun. Bana ne kadar kızsan da haklısın ama ölüm yakamdayken hayatın keyfini sürdürmekte pek kolay olmuyor. Ben şimdi sana bunları yazarken bile ölüm sessiz bir şekilde fısıldıyor kulağıma...
'' Zamanın doldu '' diyor... Bu kadar basit ve hissizce söylenen çok basit bir kelime aslında... Azrail bana bu iki kelimeyi derken bile kalan zamanımı cehenneme dönüştürüyor. Şimdi ise zamanım daha çok daraldı farkındayım. Ben sonumu, sonsuzluğumu tek aşkımın yanında yaşamaya gidiyorum. Senin yanında kalıp sana daha çok acı vermeye razı olamadım Suna...
Benim arkamdan gözyaşlarını akıtma! Çünkü sen bu gözyaşlarını çoktan akıttın ve senin şimdi gök kuşağını görme vaktin... Umarım karşına hak ettiğin gibi iyi bir insan çıkar.. Kendine iyi bak deniz kızı.... Yekta.... ''
Suna, gözyaşlarının eşliğinde mektubu okumuştu. Böyle bir mektuptan çok Yekta'nın kendisine bu dostça tavrına daha çok şaşırmıştı. İşte o an genç adamı neden sevdiğini daha iyi anladı. Ne olursa olsun genç adamın kalbi buz kesilmiyor her daim deniz köpükleri kadar sevgi dolu oluyordu.
Elinin tersiyle gözyaşlarını silerek odaya son bir kez göz gezdirdi. Bu hastane odası ve mektupla Yekta sayfası kapanmıştı artık...
Genç adam kendini sonsuzluğa uğurlarken Suna da onu kalbinden uğurlamıştı. Ama bu uğurlanış bir terk edişten çok vazgeçişti. Bazen bulunduğun durumu kabullenip vazgeçmesini bilmeli insan... Ve Suna'nın da kabullenmekten şansı yoktu artık... Ama bu vazgeçişiyle beraber kendine yeni bir kapı açtığından da habersizdi her vazgeçen gibi...
***
Meriç, sabahın ilk ışıkları odaya vurur vurmaz kendini mini kulübeden dışarı atmıştı. Mis gibi kokan taze havayı içine çeke çeke sahile doğru ilerlemeye başladı. Birkaç gün önce gördüğü kabus hala etkisini devam ettirmekteydi. Kalbi her an kötü bir haber alacakmışçasına tetikteydi nöbet tutan bir asker gibi... Ve bu huzursuz ruh halinden az da olsa arınmak için hep denizin içinde süzülüyordu balık misali.
Güneşin yavaş yavaş tepede kendini göstermesiyle beraber sahilde harika bir manzara ortaya çıkmıştı. Denizin berraklığıyla beraber suyun rengi gök mavisine dönerken gökyüzünün kızıllığı ve mavisi de bu enfes renk ahengini ortaya muntazam bir şekilde serilmişti.
Meriç, eşsiz doğa görünümüyle kendinden geçerken duyduğu ıslık sesiyle kendine geldi. Sahildeki sessizlik ve güzellik bir anda kaybolmuş ve genç kızın kalbine de bir korku tanesi düşüvermişti. İnsanı kendinden geçen deniz mavisi gözleriyle etrafa bir göz gezdirdi anında. Yavaş adımlarla ileri doğru ilerledikten sonra ise gördüğü kişiyle nefesini tuttu. Ne de olsa nefesi artık karşısında duruyordu...
....
Yekta, kendisini bu ıssız odada tutsakmış gibi hissediyordu. Hastalığı onu her ne kadar tutsak bir suçluya çevirmek istese de o hep kaçak hasta olarak kendini özgürleştirmeye çalışıyordu. Ne kadar çabalasa da sonunda düşmüştü hapsin en ücra yerine hastane odasına...
İki de bir gelip giden hemşire ve doktorlar, bu bataklıkta bile yalnızlığına gölge düşürüyordu Yekta'nın... Genç adam iç sesiyle hesaplaşırken buradan kurtulmanın çarelerini arıyordu. Ne de olsa az bir ömrü kalmıştı ve o bu günlerini sayılı da olsa mutlu bir şekilde Meriç'iyle geçirmek istiyordu.
Günlerdir beklediği telefon imdadına hızır gibi yetişmişti. Sevdiğinin peşine taktığı bir dostundan gelecek haberlere ihtiyacı vardı. Telefonu hızla açarak '' O iyi mi ? '' diye sordu. Meriç'inin iyi olduğunu duymasına oldukça çok ihtiyacı vardı. Onu hayatta tutan tek şeyde buydu zaten...
'' Merak etme oldukça iyi... Asıl sen nasılsın ? '' diye sordu kederli bir ses tonuyla. Dostu, arkadaşının yakında öleceğine mi üzülsün yoksa yaşayamadığı aşkına mı üzülsün bilemiyordu...
'' Verdiğin haberle daha da iyi oldum. Kaldığı yerden bana bir oda tut. En kısa zamanda orada olacağım. '' dedi kararlı bir ses tonuyla...
'' Hiçbir yere gelmiyorsun ! '' diyen arkadaşı ise oldukça şaşkındı. '' Bu hasta halinle kendini daha ne kadar zorlayabilirsin? Buraya gelmen demek ölümü kabullenip saatlerini saymak demek! Buna izin veremem Yekta... ''
Yekta ise nefesini sesli bir şekilde vererek '' Asıl onu görmediğim zaman günlerimi, dakikalarımı yitiriyorum.Ben onsuz her saniye adım adım ölüme yaklaşıyorum dostum. Şimdi bana oda tut ve onu takibe devam et. '' dedi.
Telefondaki genç adam ise pes etmişcesine '' Tamam ama kendine yolda çok dikkat et. Biliyorsun ki asıl bunu yaparak ölümün kucağına daha çok sarılıyorsun... '' diyerek Yekta'nın yanıtını beklemeden telefonu kapattı.
Yekta ise seri bir şekilde yerinden kalkarak dolabına doğru yürüdü. Üzerine hızla giydikten sonra yastığının altındaki beyaz kağıdı çıkarıp boş dolabın içine koydu gelişigüzel...
Bu kağıt aslında bir çok duygu dolu kelimeye yer sahipliği ediyordu. Hüzün dolu satırları zorlukla yazıp kalbindekileri dökmüştü beyaz sayfaya... Yekta, bu zamana kadar yanında olan Suna'ya en iyi böyle veda edebileceğini düşünmüştü ve kararını da uygulamıştı.
Ardında kalbi kırık birini bırakarak , asıl kalbine gidiyordu şimdi... Ümitlerinin son kırıntısına , son ümidi Meriç'ine yol alıyordu genç adam...
***
Biri nefesine kavuşmuştu biri ise kalbine...
İki kalbin, nefesine kavuşup özlemle bakışma vaktiydi vakit... Hiçbir tan vakti bu kadar özel bir ana tanıklık etmemişti ve hiçbir an bu kadar anlamlı ve kıymetli olmamıştı bu iki aşık için....
Meriç, hem özlem hem kırılganlıkla bakıyordu sevdiğine,ömrünü adamak istediği aşkına... Yekta ise hasretle, aşkla , pişmanlıkla bakıyordu ömrünün tek sahibine...
Bir bakış bu kadar deler miydi yüreği ? Bir bakış bu kadar anlam dolu olabilir miydi ki ?
Hem Meriç hem Yekta ağızlarını oynatmadan konuşuyordu... Hem de dolu dolu bir konuşmaydı bu... Kalplerinin en gizli yerlerini bile açmışlardı birbirlerine... İlk adımı beklerken her ikisi de aynı anda harekete geçmişlerdi. Kaybettikleri vakti daha fazla öldüremezlerdi. Bir adımda burun buruna gelmişlerdi. Dakikalardır süren bakışma yetmemişti iki aşığa... Şimdi sıra bu özlemi daha iyi gidermekteydi.
Yekta, seri bir şekilde genç kızın omzunu tutup kendine doğru çekti. Meriç'in kafası genç adamın göğsüne çarpınca ilk adımda gerçekleşmiş oldu. Ne geçmiş ne de gelecek umurlarındaydı artık. Birbirlerine doyasıya sarılıyorlardı genç çift. Yekta,Meriç'inin kokusunu içine hapsederken ; Meriç de sevdiğinin kokusunu ciğerlerine doldurmuştu. Dakikalar süren sarılma anı aşkla, özlemle devam ediyordu. Şimdi ayrılık, acı değil aşk zamanıydı! Her ne kadar geleceğin onlara neler yaşatacakları şimdilik bilmeselerde....
....
Özgür, güneşin kendini göstermesiyle rahat yatağından kalkıp duşa girdi. Her sabah olduğu gibi erkenden sahile inip tan vaktinin eşsizliğine şahit olacaktı.
Üzerini giyip odadan çıktığında temiz havayı soluyarak kulaklıklarını taktı. Günün ilk şarkısıyla enerjisini doldururken sahile de varmıştı. Kumsallarda bir çift gördüğünde burukça gülümseyip iç çekmişti. Karşısında gördüğü mutluluk tablosu ona hep eksik yaşanan hayatını anımsatıyordu. Sevgi yoksunluğunu, aşk yoksunluğunu iliklerine kadar hissediyordu hep bu anlarda... İşte bu anlarda da tüm enerjisini kaybediyordu. Kendine gelebilmek için sahilin ucundaki kayalıklara doğru yürümeye başladı. Fakat karşısında gördüğü kızla olduğu yerde kalakalmıştı.
Meriç tüm neşesiyle kumsalda oturuyor ve karşısındaki genç adamla konuşuyordu. Sarı saçları, sabah rüzgarının neşesiyle hafifçe uçuşuyordu. Özgür bu görüntü karşısında oldukça şaşırmıştı. Günlerdir yüzü gülmeyen, hayata küsmüş Meriç, şu an hayatının en mutlu zamanını geçiriyor gibiydi. Özgür, genç kızın karşısındaki adama bakışını görünce durumu kavradı. Genç kızı hayata döndüren kalbi geri gelmişti. Özgür onların bu anını bozmamak için yoluna devam etmeye başladı. Ama bu sırada da onu durduran Meriç'in tiz sesi olmuştu. Sesin geldiği yöne dönerek genç kızın, yanındaki adamla beraber kendisine doğru gelmelerini izledi.
Meriç, sevinçli bir ses tonuyla '' Özgür, sana bahsettiğim Eşsiz ruhum Yekta... '' dedi ve sevdiğine aşk dolu bir bakış attı. Bu bakışmaya karşılık ise Yekta, genç kızın elini daha sıkı sıktı.
'' Merhaba Özgür, '' dedi Yekta da mutlu bir ifadeyle...
Özgür ise bu çifte mutlulukla bakarak '' Merhaba Meriç'in eşsizi, '' dedi.
Hayatında ilk kez bir çifti yürekten tebrik etmişti. Meriç'in ruh halinden ve sözlerinden aşkları için ne kadar zorluk çektiğini anlamıştı.
'' Tebrik ederim. Meriç'in günlerdir gülmeyen yüzünü bu kadar çok güldürdüğünüze göre birbirinize çok aşık olmalısınız. '' dedi Özgür. Aşk kelimesini söylediğinde kalbinde bir cızırtı hissetti. Söylenmesi basit yaşaması ne kadar zor bir histi böyle...
'' Teşekkürler Özgür. Umarım sen de bir gün deniz kızını yakalarsın. Özgür ruhunla ancak denizde bulursun sen aşkı, '' diyerek gülümsemişti. Bu birkaç günde dostunu az da olsa tanımıştı. Genç adam, aşka ümidini kaybetmişcesine hep sahilde dolaşıyor, yalnızlığının bölünmesine izin vermiyordu. Meriç, kendi gibi ona da üzülse de yapacağı bir şey yoktu şu anlık...
'' Umarım Meriç... '' diyerek umutsuzluğunu kendine sakladı Özgür...
Yekta ise ikilinin diyaloglarına sessizce dinliyordu ta ki Meriç'in bir lafına takılıncaya kadar... Baş başa kalınca aklına gelen şeyi sevdiğine söylemek için sabırsızlanıyordu. Kendi aşklarının kısalığını engelleyemezlerdi ama iki umutsuz kalbi bir araya getirebilirdi...
'' Sizlere iyi eğlenceler, '' diyerek oradan ayrılmak istediğinin sinyalini verdi Özgür. Mesajı alan ikili de gülümseyerek '' Görüşürüz, '' dedi...
Özgür, derin düşüncelere boğulmadan önce kulaklıklarını takarak kendini şarkıların sessiz notalarına verdi... Arkasında kalan ikili ise sahilde yürüyen genç adam kederle baktı. Yekta, anın büyüsünden uzaklaşmadan aklındakileri kalbinin sahibine açtı. Meriç ise ilk olarak ile şaşırsa da sonradan Yekta'sına hak verip dediğini kabul etti...
-- 1 Hafta Sonra ---
İki aşık yılların özlemini giderirken birbirlerinden hiç ayrılmıyordu. Daha ilk kavuşmalarında tüm sorunları çözmüşler, her şeyi birbirlerine açıklamışlardı. Sadece bir sır kalmıştı ortada! O da Yekta'nın hüsran verici, beraberliklerine dur diyen bir sırdı...
Genç adam, günlerdir sevdiğine bu sırrını söylemek istiyor ama mutluluklarını da bozmak istemiyordu. Kararsızlık denizinde ruhunu kaybetmiş gibiydi. Dıştan ne kadar huzurlu, mutlu gözükse de ruhunun bir tarafı keskin bir acıyla çığlık çığlığaydı....
Meriç de Yekta'nın iç huzursuzluğunu fark etmiş ama bunu sevdiğine söyleyememişti. O da delice korkuyordu mutluluklarına bir gölge düşmesinden. Aşklarını doya doya yaşamak için sesini bile çıkarmıyor, bu anların tadını çıkartmak istiyordu. Biliyordu ki her mutluluğun bir sonu her aşkın bir acılığı vardı...
Şimdi ise bu mutsuz sona ne kadar geç başlarlarsa o kadar iyiydi. Ruhunun çektiği sıkıntıyı kalbine atarak genç adamın yanına doğru kıvrıldı. Ne kumların saçına girişini önemsiyordu ne de sahilde olan insanları... Bir tek Yekta'yı görüyor, duyuyor, hissediyordu...
Başını, sevdiğinin göğsüne yaslarken gözlerini de gökyüzünün siyahlı beyazlı perdesine çevirdi. Yarının onlara ne getireceğini bilemeden belki de son akşamlarını yaşıyorlardı...
İkisi de bu anın büyüsünü bozmamak için bir süre suskun kalıp, hasret çektikleri ten kokularını içlerine çektiler...
İleride bir grubun çaldığı aşk parçasıyla anın keyfini sürüyor, şarkıyı içlerinden mırıldanıyorlardı. Sanki şarkı hayatlarını, yarınlarını ele veriyordu...
http://youtu.be/i1pGLsXlgiU
( Şarkı eşiliğinde okumanızı tavsiye ederim
Geç kaldım hesapsızca kendi hayatımdan çaldım
Seni buldum ben bu işten memnun kaldım
Olur mu olmaz mı bizi biraz zorlamaz mı
Düşünmedim ben de senden farksız kaldım
Hadi beni duy
Bu ne biçim huy
Gel de yerine başkasını koy
Yaşlanınca hasta olunur
Yan yanaysak hep çare bulunur
Her şey güzel olacak senle olunca
Söyleme bana aşka doyunca
Yalnız benim ol ömrüm boyunca
Her şeyin farklı...
Aşklarını yaşamak, mutlu bir hayat sürmek için çok geç kalmışlardı... Ne yazık ki hayallerinde kalacaktı '' Her şey güzel olacak, '' sözü... Ve de iki kalp ansızın kayıp gidecekti birbirlerinden...
'' Seni seviyorum... Seni ilk gördüğüm andan beri seviyorum Meriç'im. Sen benim son umut dalım, tek sığınağımsın. Hayatıma yön veren, beni karanlıktan çıkarıp güneşe kavuşturan, bana yaşama şansı veren kalbimsin. Sen ilkim olduğun gibi sonum,son nefesim olacaksın. Her daim kalbimle, ruhumla bir bütünsün. Eğer... eğer bana bir şey olursa kendini bırakma! Hayatına tutun, aşkımıza tutun bir tanem... ''
Yekta; gözleri dola dola, sözcükler boğazına takıla takıla günlerdir hazırladığı konuşmasını yapmıştı. Kalbi isyan ediyor, ruhu ise acı çekiyordu. Elinden de ağzından da bir bu gelebiliyordu sadece... Açık açık öleceğini söyleyemezdi Meriç'ine... Bir aşık nasıl söylerdi ki öleceğini , nasıl açıklamasını yapardı ölümün ?...
Yekta da yapamadı... Ne yüreği el verdi ne de ruhu... Her şeyi acı çekiyordu. Bütün bedeni ayağa kalmıştı.
' Bu acıyı sevdiğine yaşatamazsın ! '' diyordu her biri... Böyle olunca söyleyemedi, söylemek istemedi genç adam... Çektiğini, çaresizliğini ancak kendi haline düşenler anlayabilirdi.
Meriç, ise duyacaklarını tahmin etmişçesine gözlerini kapatmış , akacak olan gözyaşlarının yolunu kesmişti. Ama her ne kadar günlerdir hazırlasa da kendini bu anı yaşamak tüm direncini kaybettirmişti...
Buğulanan gözlerini daha çok sıkarak ağlamamaya çalıştı. Yüreği gözyaşlarını akıtmaya ilk sözde başlamıştı ama gözleri buna cesaret edememişti daha... Yekta'nın konuşmasından sonra bir süre sessiz kalıp, söyleyeceklerini tarttı. En sonunda ise daha fazla dayanamayarak içinden geçenleri dizdi tek tek sözcüklere...
'' Seni seviyorum... Seni daha ilk görüşümde sevdim ben. İlk bakışmamızda yüreğimi çıkarıp senin gönlüne yerleştirdim ben... Yıllardır süren ümitsiz aşkımız bana ne kadar çok acı yaşatsa da direndim, yılmadım ! Şimdi de yılmam yılamam Yekta... Sen benim Nefesimsin. Ben nefessiz nasıl yaşarım bu hayatı ? Şimdi bana '' Kendini bırakma, hayatına devam et ! '' diyorsun.... Kolay mı sence bu ?
Sen benden gittiğin an ölümüm denize teslim olur. Bu vakitten sonra ne ben sensiz yaşarım ne de sen bensiz .... Şimdi bu konu burada kapansın... Yaşayacaksan da beraber, öleceksek de beraber ölelim... ''
Meriç, konuşmasını bitirdiğinde yattığı yerden kalıp oturdu. Yaşaran gözlerini sevdiğine doğrultarak elini ona doğru uzattı. Yekta da Meriç'in elini tutup karşısında durdu.
Söylenecekler söylenmiş, yaşananlar yaşanmıştı...Bundan sonra yapacakları tek şey kalmıştı. Bu geceyi ölümsüz kılan son hareketi de başlatan Yekta olmuştu.
Usul usul yanaşmaya başladı genç adam. Yıldızların altında aşklarını ölümsüzleştiren öpücüğü kondurdu Meriç'in dudaklarına... Meriç de sevdiğinin bu dokunuşuna yanıt vermişti. Tutkudan uzak aşkla, sevgiyle ve özlemle öptüler birbirlerini... Artık kalpleri ve ruhları gibi tenleri de buluşmuştu aşklarında... Bu gecenin kederini atıp sevgilerini yaşatmışlardı sözcüklerinde, bakışmalarında... Ve hayatın onlara yapacağı sürprizden hiç mi hiç haberleri yoktu...
***
O kederli akşamın üstünden 3 gün geçmişti. Genç çift her an bir şey olma korkusundan birbirlerinden ayrılmıyorlardı... Sanki birbirlerinden hiç ayrılmadan dursalar bir şey olmayacaktı hayatlarına... Hayat öyle sürprizlerle doludur ki şaşar kalırsın olanlara karşı... Aşık olmayı, acı çekmeyi, ayrılığı, mutluluğu , ölümü bir tek hayatın kendisi bilir... Bizler ise hayatın bize neler yapacağından habersiz yaşarız ta ki o sürprizlere kadar...
'' Biraz yüzmek her ikimize de iyi gelir canım. Ne dersin ? '' diyerek bakışlarını genç adama yöneltti Meriç...
Yekta ise gelen soru ile hafif afallamış ne diyeceğini şaşmıştı. Meriç'ine yüzemediğini de söyleyememişti.
'' Sen yüzersin bir tanem. Ben seni izlesem de yeter... '' diyerek yüzmekten kendini kurtarmaya çalıştı.
Genç kız, sevdiğinin kararına saygı göstererek '' Bana uyar, '' dedi neşeyle. Hazırlanıp odadan çıktıklarında hava biraz serinlemiş, güneş kendini çekmişti gökyüzünün arkasına...
El ele sahile indikten sonra Meriç denize girmek için sevdiğinin elini bıraktı. O an Yekta'nın içine doğan kötü his kalbini acıttı. Meriç'in boşta kalan elini tutarak sevdiğini kendine çekip sarıldı. Sanki bir daha hiç sarılamayacak gibi kederle, özlem giderir gibi sevdi Meriç'ini... İçinde oluşan boşluğa karşı elinden gelen tek şey sevdiğine sıkı sıkı sarılıp, kokusunu içine çekmek oldu. Meriç, genç adama uyarak o da özlem giderir gibi sardı Yekta'sını... Bu ana tanık olan gökyüzü ve deniz ise maviliklerini koyulaştırmıştı.
Genç adam, Meriç'ten zorlukla ayrılarak anına bir buse kondurdu.
'' Fazla yüzme. Birkaç dakika rahatlayıp geri gel. Seni seviyorum Meriç'im... '' dedi Yekta. Kalbinde oluşan boşluk bu sözleri söylemesine neden olmuştu. Kötü bir olayın haberini veriyordu sanki içinde oluşan his. Yekta bu hissin neye gebe kalacağını bilseydi hiç izin vermezdi ki sevdiğine...
Meriç ise ansızın gelen bu sözlerle ruhunun daraldığını hissetti. Yekta'nın söylediklerine karşı '' Ben de seni seviyorum Yekta'm, '' dedi. Bu sözler o kadar anlamı beraberinde yaşatıyordu ki bunu sadece onların kalbi bilirdi...
Meriç, ağır adımlarla denize girerek kendini hasret kaldığı ortama bıraktı. Usul usul yüzerken kendinden geçmişti adeta. Günlerin özlemini gideriyor, yüzdükçe yüzüyordu. Kararan havaya rağmen açıldığı yerden geri dönmüyordu. Yekta, korkuyla sevdiğini izlerken kötüleşen havayla Meriç'e seslendi. Sanki içindeki hisle beraber gökyüzü de haber veriyordu ona...
Meriç ise Yekta'nın bağrışını duyup geri dönmeye başlamıştı. Ne olduysa o an da olmuştu birden bire... Meriç, ayağına giren krampla beraber yüzmeyi kesmiş olduğu yerde durmaya başlamıştı. Fakat ayağına giren kramp durmasını da engelliyordu. Genç kız başına geleceklerini anlayıp acıyla Yekta'ya bağırmaya başladı. Çaresizlikle örtünen sesi acı bir şekilde genç adama ulaşmıştı. Yekta ise korktuğunun başına geldiğini hissedince içinde bir şeylerin koptuğunu hissetti. Hızla denize atlarken boğulmakta olan sevdiğine yetişmeye çalışıyordu. Bir yanda boğulmaya başlayan Meriç, bir yanda sevdiğini kurtarmak için üstün bir çaba harcayan Yekta...
Genç kız umutla sevdiğini beklerken nefesleri sıkışmıştı. Su yutmaya başlamış, ayağına giren kramp daha da şiddetlenmişti. Gözyaşları ondan izinsiz akarak hayatının sonunu yaşadığını fark etti. Zamanı dolmuştu artık...
Yekta ise hızla yüzerken son anda yetişmişti Meriç'ine. Soluk soluğa kalmış bir şekilde '' Korkma, ben geldim, '' diyordu.
Genç kız, hüzünle gülümserken kendini Yekta'nın kollarına bıraktı. Fakat hayat ciddi bir şekilde '' SON... '' demişti onlara bir defa...
Son çırpınışlarınız, son nefes alışlarınız, son bakışmalarınız demişti artık... Yekta, sevdiğini kurtarmaya çalışırken kendi hastalığını unutmuştu. Kötü huylu kanser kemiklerini eritip, beyin fonksiyonlarını çalışamaz hale getiriyordu yavaş yavaş... Ve bu yavaşlık yüzme sırasında hızlanıp zirveye çıkıyordu. Genç kızın hareketsizliğine kendi de katılmıştı. Ayakları ve elleri tutmamaya başlamıştı. Kendine sarılan Meriç'i de kendinden uzaklaşmış, acıyla batmaya başlamıştı. İkisininde gözlerinde yaşlar akıp gidiyor, sonlarına ağlıyorlardı.
Meriç, dayanacak gücünü de yitirmiş kendini denizin sularına bırakmıştı sevdiğinin gözlerine bakarak... Yekta da sonunu yaşamadan sessizce,
'' Sen yoksan bu hayatta benim nefes alışım ihanettir aşkımıza Sen şimdi sonsuzluğa sürüklendin ya bende geliyorum ardından Bekle beni Meriç'im ! Geç de olsa aşkımıza sahip çıkacağım... O soğuk kuytu derinliklerde yalnızlığını elinden alıp sevdamızı denizin maviliğine kazıyacağım. Ne ben ne de aşkım eşsiz oldu ama ben adımı bizim aşkımızda yaşatacağım. Sonumuzla eşsizliğimizi yaşatacağız... '' diye fısıldayarak son bir gayretle Meriç'in eline uzandı ve kendini de denizin maviliklerine bıraktı....
---- 1 YIL SONRA ----
Gökyüzü, sabahki neşeliğini bir tarafa bırakıp yüzünü somurtmuştu. Bu somurtkanlığı insanların da kalbine bir ağırlık çöktürmüştü. Tam bir yıl geçmişti o günden ! Koskoca bir yıl...
Gökyüzü de an be an şahit olduğu o günü hatırlayıp hüzünlenmişti tıpkı Suna ve Özgür gibi... Onlar bu acı olaya şahit olamasa da iliklerinde hissetmişlerdi kaybetme acısını...
Özgür, burukça sahile bakarak Suna'nın elini tuttu. Bu deniz aşık bir çifti almıştı ama geriye de bir aşık çift bırakmıştı... Genç adam, gönlünü kaptırdığı kıza sarılarak acısını içine gömdü. Bugün günlerden 15 Temmuz 2014'tü... Takvimlerin görmek , gönüllerin duymak istemediği bir gündü. Bir sene öncesi 15 Temmuz 2013'te tek dostlarını, birbirlerini delice seven iki kalbi bu deniz almış geri de vermemişti...
O kötü güne gitmek bile genç admamın içini sızlatıyor yüreğini dağlıyordu... Gözleri denizin karanlığına dalarken geçmiş bir kez daha nüfuz etti gözlerinin önüne...
1 Yıl Önce....
Özgür, kayalıklara oturup denizin ritmine kendini hazırlarken sahilde duyduğu acı çığlıklarla gözlerini o tarafa çevirdi. Duydukları ve insanların çabalarıyla denizin birisini daha yanına aldığını anladı. Yerinden hızlı bir şekilde kalkarak denize doğru koştururcasına yürüdü. Deli gibi sevdiği şu denizin bir tek kötü yanı vardı; o da yüzmeyi seven insanları bir ömür boyunca yanında tutmasıydı... Hani çok sevdiğin biri olur... Ondan ayrılamasan da onun kötü özelliğine karşı yapacak bir şeyin yoktur. Sevdiğin kişi ne o özelliğinden vazgeçebilir ne de kendini sevdirmekten... Deniz de öyleydi işte ! Güzelliği ve huzur veren yapısıyla insanları kendine çekiyor, bazılarının ölümüne bazılarının ise mutluluğuna neden oluyordu... Ve de denizi seven kişiler denizin bu iki yüzünü bile bile ondan kopamıyordu.
Özgür, sahil kurtarma görevlilerine yardım etmek için onların yanlarına gitmişti. Saatler süren aramadan sonra sonunda iki cesede de ulaşmışlardı. Cesetleri bulan görevlilerin yanına doğru ilerleyen Özgür acıyla yüzünü buruşturmuştu. Arkalarından görünen çift ellerini bırakmamış, ölüme bile beraber gitmişlerdi. Özgür, gördüğü çifte üzülürken görevlilerden biri cesetleri ceset torbalarına koymak için ters çevirdi. Bu ters çevirişle beraber iki cesedin de yüzü ortaya çıkmıştı. Genç adam gördüklerinin kabus olması için dua etmeye başlamıştı. Bu... bu olamazdı!
Saatler önce gördüğü, birbirlerine delice aşık olan arkadaşları karşısındaydı ve onlar ölmüştü... Özgür, gözlerine inanamıyormuş gibi dizlerinin üstüne düştü. Ölü bedenlerin tekrar dirilme şansı varmışcasına kalp mesajına başlamıştı genç adam... Dakikalar önce yaşamlarına son veren kalpleri harekete geçirmeye çalışmak boşa bir çabadan başka bir şey değildi. Genç adamın gözyaşları yanaklarından süzülürken acı bir inlemeyle,
'' Hayır ! Kalkın ayağa, hayata geri dönün ! Siz.. siz ölemezsiniz ! '' diye acıyla bağırdı. Bu ana şahit olanların da gözlerini dolmuş bazıları ise ağlıyordu... Özgür kendini kaybetmiş gibiydi. Hiç beklemediği bir anda dost bulmuş ve de hiç beklemediği bir anda ve şekilde dostlarını kaybetmişti. Bu da yetemezmiş gibi dostlarının ölü bedenleri habersizce denizde aramıştı saatlerdir... Hayatın acımasız bir yüzü bu defa kalleşçe vurmuştu onu arkasından... Ağır bir tokat inmişti yüzüne yaşadığı sahneyle.
Özgür, hiç istemese de durumu kabullenmeye çalışıp ölü bedenlere izin vermişti siyah torbalara gitmek için... Şimdi o bedenler hayatlarının sonsuzluğa hapsolmadan önceki yolculuğu yaptıracaktı. Acı bir şekilde hastaneye gidip oradan da kara toprağa verecekti bu bedenleri...
Genç adam olduğu yerde bitik bir şekilde dururken denize çevirdi gözlerini. '' Onların canını alacağına benim bu boş bedenimi alsaydın... Ömür boyu sürecek bir aşka mani oldun sen! Bundan böyle huzur bulduğum bu yer mezar olacak bana... Acıdan, kaybetmek başka hiçbir his veremezsin bana... '' diyerek ayağa kalktı.
Buradan hızla uzaklaşmalı, arkadaşlarına son bir veda etmeliydi...
Günler Sonra ....
Özgür; hala kendini toplayamamış, arkadaşlarının acısını ilk gün ki gibi yaşıyordu. Cenazeyle beraber İstanbul'a dönerken hayatın son bir sürprizinden habersizdi.
Bilinmez bir şekilde kendini yollarda kaybetmişken telefonun sesiyle kendine geldi.
'' Özgür Bey'le mi görüşüyorum ? '' diyen yabancı ses, genç adamın hissizce '' Evet, '' yanıtı aldı.
'' Ben Yekta'nın arkadaşı Selçuk. Yekta'nın size bıraktığı bir zarf var. Onu size ne zaman verebilirim ? '' diye sordu.
Özgür, Yekta adını duyduğunda kendini daha kötü hissetmişti. Duydukları ile şaşırırken '' Bugün mÜsait misiniz ? '' diye sordu. Zarfta ne olduğunu merak etmişti.
Aldığı cevapla yönünü değiştirip gideceği yere doğru ilerlemeye başlamıştı. Dakikalar sonra ise zarf eline geçmiş acı bir şekilde yazılanları okumuştu. Yekta sanki olacakları önceden tahmin edip yazmıştı...
Kısa mektupta yer alan odak noktası Suna'nın varlığı olmuştu. Yekta ona Suna adında bir kızdan bahsetmiş, yalnızlık çeken kalbine bir kalp bularak ona ölmeden son bir iyilik yapmıştı. Özgür, mektupta yer alan adrese giderek Suna'yı bulmuş ve yaşanan anlarla beraber ikisi de yalnızlıklarına son vermişti...
--- GEÇMİŞE SON ----
Özgür, geçmişin sis perdesini gözlerinde uzaklaştırarak elindeki gül buketini açtı. Yarısını sevgilisi Suna'ya vererek yarısını da kendine almıştı. Beyaz gülleri bir bir denize atarak arkadaşlarına bir kez daha veda etmişlerdi. Vedaları suskun bir o kadar da haykırışlarla olmuştu. Hayat genç çifti çok erken almıştı yanına... Suna, yaşadıklarının ağırlığıyla Özgür'üne sarılarak gözyaşlarını akıttı.
'' Sen benim her şeyimsin Özgür. Bizi bir araya getiren, acılarımıza son veren Yekta ve Meriç'e ne kadar teşekkür etsek az kalır... Biz aşkımıza sahip çıkıp hiç ayrılmayalım canım... '' diyerek başını genç adamın omzuna yasladı.
Özgür de sevdiğini daha sıkı sarılarak '' Senden ayrıldığım gün ölümüm gerçekleşir bir tanem... Onların hakkını hiçbir şekilde ödeyemeyiz... '' diyerek Suna'nın başına sevgi dolu bir öpücük kondurdu.
Bir aşk sonsuzluğa uzanırken, bir aşk da kanatlarını açmıştı hayatta kalabilmek için... Meriç ve Yekta'nın bedenleri gibi ruhları da akarken sonsuzluğa ne aşklarından ne de sevgilerinden bir şey yitirmişlerdi. Onların ruhları sonsuza kadar akacaktı denize....
SON...
Bir hikayemin daha sonuna geldik :(( Yorum yapan, beğenilerini eksik etmeyen, yanımda olan tüm okuyucularıma çok teşekkür ederim ^^
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUHUN AKIŞI
Conto"Peki sen benim gibi sırlarını, düşlerini, duygularını dostlarına anlatmak yerine içine akıttın mı hiç?" Diye başlamıştı genç kız sözlerine... Anlatmak yerine suskunluğu öğrenmişti belki de hayatı boyunca yada susmak zorunda kalmıştı. Duygularımızı...