7

238 36 27
                                    

(bölümün bir kısmı silinmiştir. )

Three Days Grace - Nothing's Fair In Love And War 

Three Days Grace - Nothing's Fair In Love And War 

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

       Çok heyecanlıydı. Elleri titriyordu, tüm vücudu titriyordu. İlk kez mutluluktan ve heyecandan titriyordu. Bu onun için yeni bir duyguydu. İstediği olmuştu! Kitabı almıştı! Muhtemelen henüz okumamıştı. Çünkü henüz okumaması gerektiğini biliyordu.

Koşar adım buzdolabının yanına gitti ve buzluğun kapağını açtı. Normal evlerin buzluğunda donmuş yiyecekler olurdu fakat onunkinde, sadece buzlar vardı. Bu görüntü onu daha da mutlu etti. Soluk mavi buz kalıbını aldı ve içindekileri büyük bir kupaya doldurdu. İşi bittiğinde buzluğun kapağını kapattı ve bilgisayarının başına oturdu.

       Genelde, daha farklı şeyler için bilgisayar başına otururdu. Fakat şu sıralar, arkadaşıyla konuşmak için bilgisayar başındaydı.

Başına bela olan o siteye girdiğinde, arkadaşının aktif olduğunu gördü. İsminin üzerine tıkladı ve çağrısını görmesi için bekledi.

Çağrısı kabul edilmişti. Bir saniye kadar kısa bir süre sonra, ekranda kızı gördü.

"Numaranı ver." dedi.

"Ne kadar da kibarsın." diye yanıt verdi kız. İğrenç kahkahalarından birini attı. "Ama seni kırmayacağım. Ararsın belki." dedi ve numarasını söyledi. X, bunu yazma gereği duymadı. İçinden iki kez tekrar etti ve ekranı kapattı. Cebinden telefonunu çıkardı, hattını çıkardı ve diğeriyle değiştirdi. Numarayı kaydetti. Bu kız, telefon numarasını polise verse, yerini bulmaları üç saniye sürerdi. Fakat umurunda mıydı? Hayır.

Masasındaki yarısı erimiş buzlarla dolu kupayı aldı ve kafasına dikti.

***

Dalgalar, rüzgarın eşliğinde kıyıya vururken, o kendini tüm dünyadan soyutlamış ve denizi seyre dalmıştı. Denizi çok severdi. Gün batımları deniz kenarından daha güzeldi. Ona göre, denize bakılmalıydı sadece, denize şiirler okunmalıydı. Yüzmek eylemi saçmaydı. İnsanlar, her şeyi mahvettikleri gibi denizi de mahvediyorlardı. Bu onu üzdü. Ama bir bakıma şanslıydı, çünkü kimse sabahın dördünde deniz kenarında olmazdı.

Cebinden telefonunu çıkardı ve rehberine girdi. Çok fazla kişi kayıtlıydı ve iki grup vardı. Asla karşılaşmaması gerekenler ve arkadaşlar. Arkadaşlarda sadece iki numara vardı ancak bu sayıyı çoğaltmayacağı anlamına gelmezdi. Hem, sayılar o kadar da önemli değildi.

"Mavi" diye kaydettiği arkadaşını aradı ve telefonu kulağına koydu. Ona neden bu kadar güvendiğini bilmiyordu. Sonuçta o, aranan biriydi ve cep telefonu sayesinde yerini üç saniyede bulabilirlerdi. Ancak o, bir kez olsun güvenmeyi seçmişti. Pişman değildi fakat bu olmayacağı anlamına gelmezdi.

Uzun süre beklemişti fakat kız, sonunda telefonu açabilmişti.

"Kimsin?" diye bir ses geldi telefonun öbür ucundan. Bu onun sesiydi.
"Saçların mavi mi?" diye sordu.
"Bundan sana ne?" diye soludu genç kız. Onun kadar soğuk birini daha önce görmemişti. Bu kesinlikle oydu.
"Merhaba arkadaşım."
Kız şaşırmamıştı. Onu arayan kişinin adını bile bilmiyordu ama onu tanıyordu işte.
"Merhaba arkadaşım." diye tekrarladı arkadaşının cümlesini. "Neden sürekli arkadaşım diye hitap ediyorsun? İsmini öğrenemeyecek miyim?" Genç adam, elini boynuna götürdü. Bu tür kişisel sorulardan hoşlanmıyordu ve istemsizce eli boynuna gidiyordu.
"Üzgünüm." dedi. "Bu soruyu cevaplarsam arkası kesilmeyecek."
"O zaman  başka bir soru için hakkım var demektir."
"Pek sanmıyorum."
"Çok sıkıcısın. Sadece bana biraz güven ve yanıtlamayı dene." Haklıydı. Birazcık olsun güvenmeliydi.
"Tamam, sor."
"Arkadaş olabildiniz mi? Yani o kızla?"
Bunun üzerine, X yaşadıklarını anlattı. Yaprak'ın Küçük Prens'i almasını beklediğini, alışveriş merkezindeki kitapçı yerine küçük bir kitapçıya gideceğini bildiğini, kitapçıdaki kızla nasıl anlaştığını, o kitabın içindeki oyun için ne kadar uğraştığını...
"Bu onun sınavıydı."
"Nasıl yani?"
"O kitapçıya gitmesi gerektiğini biliyordu, o kitabı alması gerektiğini biliyordu. Ve ben de yamuk duranı alacağını biliyordum. Oyun bundan ibaret. Gerisi biraz şans, telepati ve şey."
"Ne?"
"Onun içsel zekası mükemmel. Bir çarpma işlemi sorsan yapamayacaktır ama hisleri konusunda çok iyi. Bağcık bağlamasını beceremiyor olabilir ama kim olduğumu bulabilir. İstemesi yeterli."
"Bu çok mantıklı geliyor ama aynı zamanda gelmiyor. Aranızda duygusal bir bağ mı var?Sanmıyorum. Ayrıca, o bağcık bağlayamıyor mu? Kusurlu. Bunu sevdim."
"Evet hâlâ bağlayamıyor, ayrıca bir kaç sene öncesine kadar düğmelerini ilikleyemiyor, "p" ve "b" harflerini karıştırıyor, okulda asla bir şey okumuyordu çünkü harfler gözünün önünde dans ediyordu. Tabii, bunu yenmesi kolay olmadı."
"Kusurlu. Fazla kusurlu. Bu dediklerin bana bir şeyi çağrıştırdı ama söylemeyeceğim. Bu tür şeylere isimler vererek o insanları ötekileştirmekten nefret ediyorum."
"Haklısın, ayrıca... Kimse fazla kusurlu değildir. İnsanlar davranışlarıyla ötekileşirler, kusurlarıyla değil."
"Üstün zekalısın, değil mi?"
"Bunu fark eden ikinci kişisin."
"İlki kimdi?"
"Bu seni ilgilendirmez."
"O senin gibi değil."
"Doğanın kanunu böyle. Eş olan iki insanın birinde olan fazlalık, diğerinin azlığını yok eder."

***

***

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
XHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin