Şu anda okuyan kimse yok ama ben bir bölüm daha yazayım dedim. Biliyorum başı biraz sıkıcı gibi ama Melissa'nın hikayesinin gerçekten değişik olacağını düşünüyorum. Hey, ilk okuyucum bana ilk yorumu atsın, tamam mı? :)))
Lanet olsun! Okul! Sadece iki haftaya başlayacaktı. Üniversite 2. sınıftım ve Sanat Akademisi'nin resim bölümündeydim. Bu bölümde cidden iyiydim. Daha çok tarihi yapıların resmini çizmeyi seviyordum. Geçen yıl, bir proje ödevinde küçük bir sandal kiralayıp kız kulesinin önüne gitmiş ve akıntı beni sürüklemesin diye dibe ağırlıklar atıp tam 5 saat boyunca denizin ortasında kız kulesini çizmiştim. sonrasında projeyi teslim ettiğimde hocalar kız kulesinin ayrıntılarını nasıl bu kadar yakın ve gerçek olarak çizebildiğimi sorunca onlara bunu anlatmıştım. Hepsi ağzı açık bir şekilde beni dinlemiş sonra da "Gerçek sanatçı böyle olur," deyip beni ayakta alkışlamışlardı. Bunun gibi birçok eserim vardı. Topkapı Sarayı, Anıtkabir, Yere Batan Sarnıcı... Çoğu yarışmalara çıkartılmış ve ödüller kazanmıştı. Okuldaki herkes bu konuda gerçek bir sanatçı olacağımı söylerdi. Aslında şöyle bir düşününce okul benim için cennet gibiydi. yani kazadan önce.
Şimdi ise etrafımı kaplayacaklar ve ne olduğunu durmadan soracaklardı ama ben daha kazanın nasıl olduğunu söylemeye hazır değildim.
Genellikle okulun eski öğrencilerine okulun ikinci haftasından bir proje ödevi verilirdi. Öğrencilerin istedikleri konuyla ilgili resim çizme özgürlüğü vardı ancak bu konu öyle bir konu olacaktı ki üç boyutlu ve kapsamlı olmak zorundaydı. Yanında da çizdiğin resmin anlamını ve geçmişini anlatan bir tez yazmak zorundaydın. Geçen sene söylediğim gibi kız kulesini resmetmiştim. bu yıl ise aklımda Dolmabahçe Sarayı vardı. Daha önce çizmeyi hiç denemediğim için bir ilk olacaktı.
Önce oraya sivil bir gezi düzenleyip binanın yapısını incelemek istiyordum. Sonra ön yüzünün bir taslağını hazırlayıp diğer yüzlerine geçecektim. bahçesini de bitirdikten sonra işin zor kısmına geçecektim. taslaklarımla birlikte bu sefer daha ayrıntılı olacak bir şekilde düzenleme yapacaktım. Zor değil sadece uğraştırıcıydı ama şu anda cidden uğraşacak bir şeylere ihtiyacım vardı. Kazadan sonra hiçbir şey çizmemiştim ve defterlerimle kalmelerim beni özlemiş olmalıydılar.
Taksiden inerken planlarım yarıda kesildi. Şoför bagajdan katlanılabilir sandalyemi çıkarıp kapını yanına koydu. Ben de kendimi çekip koltuğa oturdum. Şoföre teşekkür edip parasını verdim. Hastaneye doğru gitmeye başladım. kaldırımın rampa yerinden çıktım ve hastanenin dışındaki asansöre yöneldim. Kollarım beni ana kapıya kadar ittiremeyeceğinden asansöre yönelmiştim.
uzanıp asansörün çağırma düğmesine bastım. Sadece iki saniye sonra kapı açılmıştı. Zaman kaybetmeden içeri girdim ve 7. kata bastım. Kapılar kapanıp asansör şarkısı (Sway-Pussycatdolls) çalmaya başlarken aynaya döndüm. Karşımda kumral saçlı,yeşil gözlü, solgun bir kız duruyordu. 20 yaşında değil de sanki 25 gibi duruyordum. Eskiden gülümseme eksik olmayan dudaklarım şimdi sonsuz üzgünlüğe mahkum gibi aşağı doğru sarkmıştı. En az 4 kilo vermiştim ve uzun boyum sandalyeden dolayı belli oluyordu. Eskiden güçle dans eden, koşan o bacaklarım şimdiden cılızlaşmaya başlamıştı. Belki dışarıdan bakan biri fark etmeyebilirdi ama ben kendi vücudumu ve değişimlerinin farkındaydım.
Asansör durmadan hemen önce kapılara doğru döndüm ve kapı açılınca da hiç tereddüt etmeden dışarı çıktım. Çımaz olaydım. Elinde sıcak kahvesiyle hızla asansöre binmek için köşeyi dönen Bora'yla çarpışmayalım mı? Elindeki kahve ikimizinde üzerine fışkırmasın mı?! Amma da sıcakmış. Koluma değdiği anda hem şaşkınlıktan hem de acıdan küçük bir çığlık attım. O da şaşırmış olacak ki ağzından kısık sesle bir küfür kaçırdı. Ancak ilk toparlanan o oldu.
"Aman Tanrım! Çok özür dilerim Melissa! İyi misin? Hemen peçete getiriyorum," dedi.
Tam gidecekkten "Dur!" dedim. "Beni tuvalete götür. Orda temizlenirim,"
Arkama geçip sanalyemi hızla sürerken bende homurdanmaya devam ediyordum. Kızlar tuvaletinin önünde durdu ve kapıyı benim için açık tuttu. içeri girdiğimde onunda arkamdan geldiğini görüp şaşırdım.
"Napıyorsun!??!" Sesim istediğimden biraz daha tiz çıkmıştı.
"Lüften yardım etmeme izin ver. Zaten her şeyi berbat ettim. En azından küçük bir iyilik yapmış olurum," dedi.
Tanrım! Bu çocuk cidden çok kibardı. Hatta biraz daha kibar olursa incelikten kopacaktı. Eh, haliyle insan bu kadar kibar birine nasıl hayır diyebilirki? Gözlerimi devirip başımı evet anlamında salladım.
Bana içtenlikle gülümsedi ve gidip bir peçeteyi ıslattı. Sonra tekrar yanıma gelip diz çöktü. İlgiyle sıcaktan hafifçe haslanıp pembeleşmiş temine soğuk peçeteyi bastırdı. Kolumdan aşağı soğuk sular damlarken onları izledim. Soğuk iyi gelmişti. Zonklamıyordu. Bora, birkaç saniye daha peçeteyi tuttuktan sonra çekti ve ilgiyle koluma baktı.
"Düşündüğümden biraz daha kötü bir yanık. Branşım yanıklar değil ama bu yanığın en az dört gün sana eşlik edeceğini söyleyebilirim," dedi. Bezgin bir şekilde tekar gözlerimi devirdim. Gülümsedi. "Pekala, bakalım bu kocaman kahve lekesi için ne yapabileceğiz." dedi ve beyaz gömleğindeki kocaman kahverengi lekeyi gösterdi. İstemeden gülümsedim.
"Hak ettin ama," dedim lekeye bakarak. Omuzlarını silkti ve "Boşver, zaten bir saat sonra çıkışım var," dedi. "Sanırım sen son hastamsın. Neşe Hanım'la konuştum ve seni benim gözetimime vermekte bir sakınca göremediğini söyledi. Bundan sonra Fizyoterapistin ve çalıştırıcın benim," dedi. Bense sadece omuz silkmekle yetindim. Benim için bir problem yoktu. sonuçta ha onunla çalışmışım ha bununla. Ne fark eder. Hepsi saçma. Neşe Hanım söylemişti, yürüme ihtimalim çok çok az. u yüzden hepsi gereksiz.
Yarım saat sonra terden sırılsıklam bir şekilde sandalyeme çöktüm. Bu kuvvet çalışmaları cidden zordu. Bora, beş dakika önce çıkmak zorunda olduğunu söyleyip aceleyle gitmişti ama benim acelem yoktu. Salondan aheste aheste çıktım ve soyunma odasına girdim. Bu saatte burada kimse olmaz diye düşünüyordum ama tuvalet bölümünden siyah saçlı, siyah gözlü, ellerinde de aşınmış siyah oje ve gözünde siyah kalem çekilmiş tekerlekli sandalyeli bir kız gelince şaşırdım. O da beni gördüğüne şaşırmış olacak ama bir şey demeden dolabı olduğu tahmin ettiğim yere giderek beni yoksaymayı tercih etti. Ben de kendi dolabıma gittim ve kapağı açıp südyenimi ve yedek tişörtümü aldım.
"Demek aramıza yeni katıldın öyle mi?" diye sordu birden siyah saçlı kız. Sesinde alayla karışık küçümseme vardı.
"Evet," dedim hafif korkak bir sesle. Kahkaha attı. Onun göremeyeceğini bildiğim için yüzümü buruşturdum. Kahkahası çok hoş bir çınlama gibi çıkmıştı.
"Umutsuzlar Bölgesine hoş geldin o zaman, güzelim," dedi. Gözlerimi devirdim ve terden ıslanmış tişörtümü çıkardım. Burada benden başka hastalar olduğunu biliyordum ama ilk defa birisiyle karşılaşıyordum.
Giyinip dolabımı kapattığımda kızı arkasına yaslanmış bana baktığını gördüm. Elindeki sigarayla!
"Hey, onu bırakmalısın! Tedavimizi olmusuz etkiliyormuş," dedim. Kız omuzlarını silkmekle yetindi.
"Eğer iyileşmeyeceğin kesinleşmişse her şeyi yapabilirsin. İçki içebilirsin, sigara içebilirsin, ot içebilirsin. Fark etmez," dedi.
"İyileşmeyeceğini nereden biliyorsun," diye sordum. Bana bir 'komik olma' bakışı fırlattı.
"Lütfen, bende iyileşmek istiyorum. Tanrı biliyor. Ama eğer gelişme katdetseydim Koray bana söylerdi," dedi. Koray, bir diğer Fizyoterapistti ve görünüşe bakılırsa bu kız onun hastalarından biriydi.
"Umut hiçbir zaman tükenmez," dedim ama bu söze gerçekten inanıyor muydum?
Kız cevap verdi.
"Yanılıyorsun, umut sen kaza yaptığında bitti zaten,"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tesadüfler Şehri
General FictionKazadan sonra hayata neredeyse küsmüş bir kız.....Tek görevinin vatanını korumak olduğunu düşünen bir genç.....Yakışıklı bir doktor....ve aralarındaki lanet bir aşk üçgeni....