BÖLÜM 3: Oyun

201 58 4
                                    

İlerde büyüyen o küçük bedenlerdeki neşe, oyun oynamayı dile getiren dudaklardan dökülürken iyiydi.
Oyun bir gizemdi..
Belki bir saklambaç..
Belki bir körebe..
Belki de bir kovalamaçtı.

Benim oyunum neydi?
Bir ebelemece?,Bir kovalambaç?
Bir saklambaç?
Değildi.
Benim çukuruna düştüğüm oyunun adı "tıp".
1
2
3 dedi ve gitti.
Susmalıydım. O bunu bana empoze etmekten sıkılmıyordu bense tıp oynamaya mecburdum.
Bu oyunda bir terslik vardı fakat bu tersliğin sebebi yaşlarımız değildi. Bu oyun kanlı bir oyundu ve susarak o kanların içime süzülüşünü izleyecektim.
Sırtıma çökmüş bir cesedin şokuyla kaldım.
Susmanın bedeli vicdan, ödülü yaşamaktı.

Güneş küçük pencereden gözüme çalarken duvarın dibinde oturuyordum. Odada yalnızdım ama birsürü uğultular zihnime çöküyor, bedenime korkunç bir baskı uygulanıyordu.
Onun adımı sarfeden dudaklarından tüm duygularım geçmişti. Korku, heyecan, ürperti ve en önemliside kuşgu. Ne yapmaya çalışıyordu? Veya nasıl bir planın içindeydim? Kapının önünde duran kutu beni çağrıyordu fakat içimde dinmek bilmeyen fırtınanın eşiğindeydim. Bu kutuyu biri getirmişti ve bu oyuna sadece ben dahil değildim.Kutuyu bırakıp kapıyı çarpışını duymuştum. O kapının kapanma sesinde, geride kalan hayatım da o kapı gibi suratıma örtülmüştü.

Kutuda gözlerimi gezdirirken Ekin'in geldiğini fark ettim. Kutunun arkasında bana doğru baktığına emindim fakat bu sefer ona bakmayacaktım. Gözlerimi kutudan çekip karşımda duran koca,boş duvara bakınmaya devam ettim. Bu onu sinir ediyordu. O yokmuş gibi davranmam gücüne gittiğini tahmin etmek güç değildi.
"Mayıs!" Dedi.
Dudaklarından dökülen adım beni hiçte mutlu etmiyordu.

Zeminde kayan ve bedenime çarpan kutu gözlerimi Ekin'e yöneltirken anlamsız gözlerle ona baktım.
Yine kaybetmiştim. Kutuya vurup bedenime çarpması onu mutlu etmiş gibiydi. Bu bir uyarıydı.
"Bak." Dedi ve kapıya sırtını yasladı.
"Merak etmiyorum.!"
"Ediyorsun, bak!"
"Umrumda bile değil!"
"Eminmisin? O zaman götürüyorum!"
Duvara doğru yaslanmış bedenimi hızlıca kaldırdım. Gözleri gözlerime odaklanmıştı ve zafer parıltısı gösteriyordu. Kutuyu elime alıp kaldırdım.
"Ediyorsun işte!" Dedi ve 3 saniye sonra ellerimden hızla duvara vuran kutuya şaşkınlıkla baktı. Kutu paramparça olurken içerisinden dökülen kağıt parçaları etrafa hızla yayıldı.
"Hiçbir şey umrumda bile değil! Neyi bildiğin,adımı nasıl öğrendiğin hatta bana ne yapacağın bile umrumda değil."
Yüzüme hafif bir gülümsemeyle bakıyordu ve bu beni deli etmekten başka bişey değildi.
"Unutma hiçbir şey umrunda değil, küçük kız!" Dedi ve bedenini usulca dışarıya yöneltti. Güçsüzlükle tekrar duvarın dibine çöken bedenim herşeyin bitmesini istiyordu. Sadece gitmek..

Siyah kutunun etrafına saçılan kağıt parçaları tüm odayı sarmıştı. Öylece yere serilen kağıtlarda ne tür bir oyun vardı bilmiyordum.  Ayağımın dibinde duran kağıdı almak konusunda kararsızdım. Farkında olmadan gelişen oyunun içindeydim fakat ne tür bir kargaşaya gömüldüğümü henüz bilmiyordum. Yerde öylece duran ve sanki bir tepki vermemi bekleyen kağıda uzandım ve sıkıca tuttum. Kalbimin hızla çarptığını hissediyordum. Kağıdın beyaz tarafına bakarken aniden ters döndürüp asıl yüzüne baktım.
  Bir fotoğraftı.
Yüzümdeki kasılma ve ellerindeki titreme bilincimi kaybettirmek üzereydi. Yere saçılan bir diğer kağıdı aldım. Ve diğerini. Ve bir diğerini.
O gündü..
Fotoğrafların yanında küçük tarihler yazılıydı.
8 Eylül...

ÇUKURHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin