''Kyungsoo!'' bana doğru telaş içinde koşan kadına şaşkınlıkla bakıyorum. Bakışları üzerimde geziniyor, bezgin bir şekilde gülümsüyor. ''Benim oğlana iyi gelen tek şey sensin.'' İltifat ile yanaklarım al al oluyor. Bakışlarımı kaçırıyorum. ''Kafayı yedi, biraz daha bu şekilde giderse hafta sonunu tek başına geçirmek zorunda kalacak.'' Annesinin gözündeki tehdit dolu pırıltılar tüm bedenime yayılan endişe kıvılcımlarına dönüşüyor.
''Ne oldu ki?'' diye soruyorum. Herhangi bir şey belli etmemeye çalışsam da annesinin gözlerimdeki hayal kırıklığını fark etmemesi imkânsızdı. Anlayışla gülümsüyor. Yumuşacık elleri saçlarım arasında geziniyor. Çoğu zaman Kai'nin ellerini annesinden aldığını düşünürüm. Biçimli, narin ve yumuşacık ellere sahipti.
''Odasında,'' diyor gizemli bir gülümseme ile. ''Gidince anlarsın.''
Kendimi evimizin terasından dışarı atıyorum. Annesinin açık bıraktığım kapıdan içeriye girdiğini hayal meyal fark ediyor, üzerine düşmüyorum. Annem ile araları iyiydi. Muhtemelen yapacağımız hafta sonu tatili için son rötuşları yapacaklardı
Bu heyecan verici fikri ortaya koyan babam olmuştu. Ben Kai'yi kendime çekmiş ayaklarımıza çarpan dalgalar eşliğinde yüzünü mıncıklıyorken onlar arayı iyice yapmıştı. Kai'nin huysuzluğu geçip de en çok onu sevdiğime gönülsüzce de olsa inandığında ailemizin yanına gitmiştik. Patates kızartmalarını birbirimizin ağzına tıktığım, sözde oyun sırasında -o an sadece Kai'nin yemekten tıka basa kalmasıydı. Tanrı aşkına, bir deri bir kemikti! Aşkımdan ölmesi gerekirken açlıktan ölecekti ki bu benim de kahırdan ölmem demekti.- babam yanımıza gelmiş ve bize müjde vermişti. Hafta sonu için, şehir merkezine gidecektik. İki koca gün sadece alışveriş merkezleri ve eğlence alanlarını talan edip küçük bir motelde sağlıksız yiyecekler yiyerek kablolu televizyondan vasat programlar izleyecektik. Babamın demesi ile Kai'nin dudakları üzerinde parmaklarım takılı kalmış, beraber geçireceğimiz anlarla boğuşmaya başlamıştım. Beni kendime getiren Kai'nin yanlışlıkla parmaklarımdan birini yemeye çalışması olmuştu. Benim kadar kendi de korkmuştu, ağzından patatesler saçılırken çığlık atıp benden uzaklaşmıştı. Ben diş izi ile süslenmiş parmağıma bakarken Kai yanımda bitmiş parmağımı okşarken özürler savurmuştu.
Bu çocuğun ısırığı bile beni aşkından öldürmeye yetiriyordu.
Ardından babam gülmüş, bizi kendi halimize bırakmıştı. Ondan sonra Kai'yi ellerimle yedirmeye devam etmiştim. Üzülerek söylemeliydim ki, Kai bir daha parmağımı ısırmamıştı.
Kumlar parmak arası terliğimden içeri kaçıp ayaklarımı toza bularken ben koşar adım Kai'nin evine varıyorum. Annesi benim için kapıyı bırakmış. Terliklerimi fırlatıp düzensiz ve ters döndüklerinden emin olduktan sonra içeri geçiyorum. Adım seslerim mermerlerde yankılanırken kendimi ağır hissetmeme sebep olsa da umursamayacak kadar gergin hissediyorum. Kaisiz bir hafta sonu geçirmek istemiyorum. Kai'nin odasının kapısını aralayıp da kendimi içeri attığımda büyük kargaşayla karşılaşıyorum.
Kai elinde iki farklı tişört, kafasında üst üste geçirilmiş üç farklı şapka, omzundan sarkan tişört ve gözlerindeki gözlükler ile bana bakıyordu. Ama hepsi bu değildi, odanın her yerinde giysiler ve çizgi romanlar vardı. Yatağın üzerine saçılmış giysilerin arasında bomboş duran minik bir seyahat çantası vardı. Örümcek adam çıkartmaları çantanın üzerine yama edilmişti.
''Kai,'' diyorum gülümseyerek. Tanrım çok sevimli gözüküyordu. O an, orada onu öpmek istiyorum. Çatık kaşlarını gevşetmek, memnuniyetsizlikle büzülmüş dudaklarını öpmek, şiş yanaklarına ellerimle kavramak... Ama sadece gülümsemeye devam ediyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
House by the Sea // kaisoo
FanfictionBen yaz aşkımı soğuk bir eylül sabahında kaybetmiş, yağmurlu bir bahar öğlesi unutmuş ve serin bir yaz akşamı mektupları ile tekrardan ona vurulmuştum.