"Kyungsoo-ah, " Yumuşak sesi kulaklarımda yankılanıyor. Sesi çocukluğa has bir şekilde ince, yaşıtlarımızın aksine onun ince olan sesi bir an bile insanı rahatsız etmiyor. Sesi genellikle içimi kıpır kıpır ederdi. Ve sesinin içimi kıpır kıpır ettiği tipik bir akşamüstünde kirpiklerim üzerinden ona bakıyorum. "Ayaklarının içinin her zaman kumla dolmasından nasıl oluyor da bunalmıyorsun? "
Ben sorusunu anlamaya çalışırken o oturduğumuz verandada dizleri üzerine doğruluyor, bir alttaki merdivene sarkıttığım bacağımı dizleri üzerine muzip bir sırıtış eşliğinde bırakıyor. Kalp çarpıntılarıma annemden gizlice içtiğim kahvelerden daha çok sebep olan bu çocuk, parlak bir yeşil olan yarım conversimi ayağımdan çıkartıp ayakkabının dibine birikmiş kum taneleri verandanın üzerine boşaltıyor. Kum taneleri verandanın merdivenlerinden yuvarlanırken onları sessizce seyrediyorum. O sırada arkadaşımın yumuşak elleri çıplak ayaklarım üzerimde geziniyor, usulca tenime yapışan kum tanelerini silkeliyor. Onu durdurmamış, hatta aksine bir hareketle o ayaklarımdaki kumları temizlerken dudaklarıma yerleşen kocaman gülümse ile onu izlemiştim.
On üç yaşında birine göre çok büyük duygular beslediğim aşikârdı ve bunu umursamıyordum.
"Bilmiyorum." diyebiliyorum çıplak ayağımı tahta zemin ile birleştirirken. "Peki ya sen? Günde en az üç farklı kez denize giriyorsun. Her seferinde de tüm bedeninin kuma bulanıyor... Bedeninin kuma bulanmasından rahatsız olmuyor musun?"
Soruma karşılık olarak kıkır kıkır gülüyor, dudaklarına işveli bir gülümseme var, kirpikleri kırpışıyor. Çekik gözleri mümkünmüş gibi iyice kısılırken benden bir şeyler alıp götürdüğüne dair yemin edebilirim. Ve o, saçlarını eliyle geriye doğru tarayıp dudaklarını yalıyor. İşte ben tam o an yok oluyor, parçalara ayrılıyorum. Ardından bana yaklaşıp yanağıma masum bir buse konduruyor. Bu sefer benim aciz ve parçalar halindeki ruhumdaki her zerre bir yere dağılıyor. Kalbim pervasızca güm güm atmaya başlıyor. Sadece onun yanında böyle atardı kalbim. Sesi adeta kumaşın demir ile dövülmesine benzerdi.
Son günlerde epey garip davranıyorum. En basitinden normalde bunu yapmaktan kaçınırken deniz kabuklarının bana küsmesi umurumda olmuyor. Her gün deniz kenarında oturup topladığım deniz kabuklarının sırlarını dinler ve gün bitiminde onları denize atardım. Ve onlar her yeni gün bana yeni sırlar getirirdi. Artık bana sırlarını anlatmıyorlar. Ayrıca işin rahatsız edici tarafı bu bile değildi, ben bunu önemsemiyordum. Önemsemiyordum çünkü zamanımı kendime azar çekmekle harcıyordum.
Yan komşumuzun sessiz oğluna karşı günden güne artan bir aşkım vardı. Bunu ilk fark ettiğimde nunam ile beraber bilgi yarışması izliyordum. Hyungum yanımıza geliyor ve beni koltukta kenara itekleyerek yanıma oturuyor. Başlangıçta her şey son derece normal... Fakat her akşam olduğu gibi ikiz olmalarına rağmen birbirlerinin düşmanı gibi davranan nunam ve hyungum kanal kavgasına kendilerini kaptırıyor. Ben ise usulca aralarından sıyrılıp emekleyerek televizyon karşısına geçiyor ve televizyon düğmeleri ile kanalı değiştiriyorum.
Bildiğim tek bir şey var ki,
O kanalı asla değiştirmemeliydim.
Bana aval aval bakan iki göz ne ara ateşkes imzaladılarsa beni hedef alıyor.
"Kyungsoo seni küçük sevgiline şikâyet etmemizi mi istiyorsun?"
"N-neyim? " Ürkekçe ayağa kalkıp onlara yaklaşıyorum. Ellerim karnım üzerinde geziniyor ve onlara bakmamaya çalışıyorum. Gözlerimin içine bakarlarsa anlarlardı çünkü!
"Kim olduğunu biliyorsun... Hani şu seksi ablaları olan... Hmm bu gün sana kimler Kyungie dedi düşün bakalım!"
"H-Hyung! Ne saçmalıyorsun... B-ben... Kimse ile birlikte değilim. "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
House by the Sea // kaisoo
FanficBen yaz aşkımı soğuk bir eylül sabahında kaybetmiş, yağmurlu bir bahar öğlesi unutmuş ve serin bir yaz akşamı mektupları ile tekrardan ona vurulmuştum.