İkinci anı ve Athan' ın kaçak avına dair

51 8 4
                                    

Okuduktan sonra küçük yıldızı parlatırsanız çok sevinirim:)

Keman kutusunu kolunun altına yerleştirdi ve büyük adımlarla rehabilitasyon merkezine ilerlemeye başladı. Kış etkisini azıcık bile yitimemiş, soğuk rüzgarlarıyla önüne geleni ısırıyordu. Olvido ise ısırıkların hiçbirine aldırmıyor, ifadesiz gözleri önünde sabit bir şekilde ilerliyordu. Çünkü onun kanı, büyük buzullardan ve küçük kar tanelerinden daha soğuktu. Bundandır ki saçlarını hırçınca uçuşturan soğuk kış yeli ona oldukça sıcak geliyordu. Sıcak onun felsefesine çok tersti çünkü onun mantığı soğuk yenen bir intikam yeminiydi. Aklında kalan tek ve son mantık kırıntısının derin ve soğuk anlamı gözlerine işlemiş, varoluşundan gelen sıcak tınıyı buzdan nefesiyle dondurmuştu. Meçhuller deliğinde sıcağın aciz havasındansa soğuğun görkemli
Rüzgarının esmesini istemişti o. Bu durumun daha ne kadar devam edeceğini bilmiyordu fakat umuyordu ki anılarına karşı başlattığı bu savaş onun galibiyetiyle sonuçlansın. Ve bu savaştan ya tek olarak çıkacak ya da zaferi Ammut ve ordusuyla tadacaktı. Zamanı daralıyordu. Bu iki seçeneğin arasına yeni bir tanesi eklenmeden seçimini yapmalıydı. Bunları sonra düşünmek üzere kıt hafızasının bir köşesine itti. Zira düşünmek onu yoruyordu. Hücresine girdi ve ulu orta bir yere uzandı, siyah mermerin en soğuk olduğu yere. Vücudu yavaş yavaş hem uykudan hem de soğuktan uyuşurken göz kapakları siyah irislerinin üzerini örttü. Uykuya dalmadan hemen önce içinde ufak bir heyecan kıpırtısı hissetti. Kim bilir, dünyaya kapanan gözleri yeni bir anısına açılırdı uykusunda belki...

Avucuna dolan buz gibi suyu yüzüne çarptı Athan. Beyaz yüzünün canlı havası gitmiş, yerine bir kadavranın soğuk ve soluk rengi oturmuştu. Şatodan gelen son haberler ve yeni görevinden sonra iyice güçten düşmüştü. Ne zaman biraz dirilmek için çellosunun başına otursa aklı yeni görevine kayıyor ve beyninin kıvrımları içerisinde kayboluyordu adeta. Düşünceler onu rahat bırakmıyor, şüphe ve korku içini kemiriyordu. Günden güne azalan gücü onun harekete geçmesine engel oluyordu. Oysa ki konsey ondan haber bekliyor, daha da kötüsü ona güveniyordu. Bu böyle devam edemezdi. Uzun zamandır hasretini çektiği avını gerçekleştirecekti. Bu av hem Athan' ın kurtuluşu, hem de diğer kurbanların kurtuluşu olacaktı. Kafasını kurcalayan düşünceler azda olsa durulmuştu şimdi. Güçsüz düşen vücudu daha fazla dayanamayacaktı aksi takdirde. Kar beyazı pelerinini üstüne geçirip hızla çıktı hücresinden. Uzun süredir avlanmıyordu çünkü seçilmişlere mecbur kalmadıkça avlanmak yasaklanmıştı. Zira avlanmak içlerindeki hayvansal güdüleri uyandıracak ve onları asıl amaçlarından uzaklaştıracaktı. Fakat Athan bunu görevinden uzaklaşmak için değil, aksine görevini yerine getirmek için yapacaktı. Binadan çıkıp rehabilitasyon merkezinin dışındaki koruluğa girdi. Burası avlanmak için oldukça uygundu. Gözlerini kapattı ve tüm beyazını içine doldurmaya başladı. İçi rengiyle doldukça algıları gücleniyor ve av için uygun hale geliyordu. Sonunda içinde yer kalmayınca kafasını kül rengi göğe kaldırıp ağzını hafifçe araladı Athan. Soğuktan morarmış olan dudaklarının arasından yükselen beyaz duman, sigara dumanı misali kül rengi göğe yükseldi. Athan bir süre öylece durup içinden çıkan beyazını izledi. Yüzünde çarpık bir sırıtış oluştu. Şimdi kendisini ölümsüz hissediyordu işte...
Kar hafif hafif yeryüzüne inmeye başlamıştı ve ona tatlı fakat keskin bir rüzgar eşlik ediyordu. Athan beyaz peleriniyle tamamen kamufle olmuş bir şekilde ince kar tabakası üstünde ilerliyordu. Arada bir duruyor, havayı koklayıp etrafı dinliyor, bir ize rastlayamayınca kaldığı yerden devam ediyordu yoluna. Duyuları güçlendikçe insanî mantığı zihninden uzaklaşıyor, hayvanî hislerinin kapıları tek tek açılıyordu. Ve o gittikçe vahşileşiyor, gittikçe insanlıktan uzaklaşıyordu. Birden bire durdu. Sanırım o da farkına varmıştı kendisini kaybettiğinin. Kafasını iki yana sallayıp toparladı kendini. Eğer farkına varmasaydı dönüşüm gerçekleşecekti ve o... Görevinden olacaktı. Bir an geri dönmek istedi çünkü yaptığı şey oldukça tehlikeliydi. Fakat sonra başka çaresinin olnadığını anımsdı ve ilerlemeye devam etti. Bu sefer daha temkinliydi ama. Koruluğun sonuna gelmişti fakat tek bir ava rastlamamıştı. Avdan kasıt herhangi bir hayvan değildi, onun aradığı bir siyahtı. Onun besini, siyahların meçhuller deliğinden kurtardığı yitiklerdi. O yitirilmişleri delikten çıkarıyor ve tüm anılarını onlara geri veriyordu. Her ne kadar tekrar eski bedenlerine yerleştiremese de onları kendi zihninde saklıyor, mavi dehlizine gömüyordu. Böylelikle siyahların tüm kurbanları özgürlüklerine kavuşuyor, yeniden hatırlanıyorlardı. Bedenleri ise... Onlar yaşıyor fakat zaman kavramının dışında yaşıyorlardı. Nefes alıyorlardı fakat bunun farkında olmuyorlardı. Çünkü düşünemiyorlardı, tıpkı hayvanlar gibi. Athan' ın içinde bir umutsuzluk baş gösterdi birden. Vazgeçmek istemiyor bir an önce eski formuna kavuşmak istiyordu. Fakat gittikçe kararan hava ve fırtınaya dönüşen rüzgar tüm umudunu kırıyordu. Tam geri dönüp çello çalmayı deneyecekti ki birden bir koku geldi burnuna. Siyah kokusuydu bu. Kulağına gelen tuhaf fısırtı sesleriyle iyice emin oldu siyah olduğuna. Fısırtının geldiği yöne sessiz ve temkinli adımlarla yürümeye başladı. Fısırtılar yaklaştıkça kahkahalara dönmüştü. Bu kahkahalar bir yerlerden çok tanıdık geliyordu ona. Biraz düşündükten sonra yüzünde koca bir hayret ifadesi belirdi. Bu oydu. Kaçak siyah Albert Harrington. Bu adam kuzdy ve güney şatolarının her yerde aradığı kaçaktı. Onun, onu yakalamakla vazifelendirildiği kaçak. Albert, en alt tabakadaki siyahlardandı. En alt tabaka da deliler bulunurdu. Bazı siyahlar o kadar fazla ölümlü yitirirlerdi ki en sonunda meçhuller deliğinden yükselen, yitiklerin acı dolu çığlıkları dayanılmaz bir hal alır ve onları delirtirdi. Yasalara göre deliren her bir siyah şatoya teslim edilir, ordan da bölge koğuşlarına gönderilirlerdi. Fakat bu adam, deli haliyle nasıl başardıysa bir şekilde güney bölgesindeki koğuştan kaçmış, kuzey sınırlarından içeri sızmıştı. Fırsat Athan' ın ayaklarına gelmişti. Bir ayı aşkındır aradığı kaçak şuan karşısında kendinden geçmişçesine gülüyor, çığlıklar atıyordu. Athan, saklandığı çınarın arkasından çıktı ve kaçak Albert' a ilerlemeye başladı. Fırtınadan dolayı kar bayağı kalınlaşmıştı dolayısıyla Athan' ın her bir adımında kar eziliyor, gacır gucur sesler çıkartıyordu. Fakat Albert kenfi kahkaha ve çığlıklarından kendisine yaklaşmakta olan Athan' ı ne görüyor ne de duyuyordu. Athan Albert' ın hemen arkasında durdu. Beyazını kendisine çağırdı, tüm vücudunda, tüm hücresinde hissetti beyazını. Ayakları yavaşça yerle temasını kesti ve bedeni yerden 10-15 cm yükseldi. Alber' ın kafası hemen ellerinin altındaydı. Alber' dan yükselen yoğun siyah Athan' ın gözlerini yakmaya başlamıştı. Athan burnuna dolan kokuya ve gözlerindeki acıya daha fazla dayanamadı. Pelerininin altından çıkardığı ucu tırtıklı bıçakı yavaş yavaş Albert' ın şah damarına yaklaştırmaya başladı. Biraz daha... Azıcık daha... Ve bıçak tam da şah damarının üstünde durduğu sırada deli Albert bıçağa değmeden hızla arkasını döndü ve çevik bir hareketle Athan' ı bıçak tutan elinden tutup önüne fırlattı. Athan hafif buzlaşmış karın üstüne sert bir iniş yaparken elindeki bıçak ondan biraz uzağa düşmüştü. Athan' ın aklına bir an her ne kadar Olvido' nun onu masaya fırlatışı gelsede karnına yediği güçlü tekmeyle bu düşüncelerinden sıyrıldı. Acıyla buruşan yüzünü Albert' a çevirdi. Ve gördüğü yüz bir daha unutulmamak üzere hafızasına kazındı. Adamın kel ve beyaz bir kafası vardı. Üstünde de kahverengi beneklerler. Alnının iki yanında boynuz gibi çıkıntılar vardı. Geniş ve kırışık bir alnı, dümdüz inen fakat büyük bir burnu vardı. Alt dudağı üst dudağından çok daha kalındı ve aşağıya sarkmıştı. Küçük ve yuvarlak olan gözlerinin içindeki siyah irisleri ise... Olvido' nun ki kadar olmasa da soğuk ve ürperticiydi. Kirpikleri upuzun ve sıktı, o kadar uzundu ki küçük gözleri kirpiklerinin içinde kaybolmuştu adeta. O kadar uzun ve fazla kirpiğinin olmasının aksine tek bir kıl kaşı yoktu. Boyu oldukça kısaydı, belki anca Athan' ın göğsüne geliyordu. Kemikli kel kafasından da anlaşılacağı gibi oldikca zayıftı. Athan bu denli zayıf birisinin bu kadar kuvvetli bir tekme atabileceğini düşünememişti. Albert rahatsız edici kahkahalarının arasına bir kaç kelime sokuşturup değişik bir cümle oluşturdu, " Yakalayama... hahahahahaha... beni... hahahahahahah... bıçak... hahahahahahahaa...kesmez olsa... hahaha...." Albert cümle kurmakla uğraşırken bir anlığına arkasını döndü. Athan uzandığı yerde bir ileri bir geri salınıp ayağa kaktı ve az uzağındaki tırtıklı bıçağı eline aldı. Albert ise hala çığlıklarının arasına birbirinden bağımsız kelimeler sıkıştırarak cümle kurma çabası içindeydi. Athan Albert' ın yanına varır varmaz arkadan ellerini kavradı ve bir an bile düşünmeden bıçağı tam şah damarına sapladı. Ve koruluk büyük bir sessizliğe büründü. Albert' ın çığlıkları ve kahkahaları sonsuza dek susmuştu. Athan ellerine ve beyaz kara sıçramış olan kana baktı bir süre.
Kırmızı sıvı kar tarafından emiliyor ve kar pembemsi bir renge bürünüyordu. Athan sonunda Albert' ın ona dayanmıs olan leşini karın üstüne yatırmayı akıl edebildi.Albert' vücudundan sızan tek şey kanı değildi. Athan yüzünü Albert' ın kalbinin hizasına getirdi ve oradan yükselmekte olan siyah dumanı içine çekti. Duman kesilene kadar solumaya devam etti. Yitirilmiş kurbanların sevinç nidalarını duydukça işlediği cinayetin suçluluk hissi üstünden kalkıyor, yerini güç ve huzur dolduruyordu. Sonunda duman tamamen kesildiğinde doğruldu. Kendisini yeniden doğmuş gibi hissediyordu. Uzun zamandır hasretini çektiği avını tamamlamıştı. Geri dönerken fırtınada herhangi bir değişiklik olmamıştı, hatta daha da güçlenmişti. Bu daha iyi olmuştu çünkü kar ölünün cesedini hızla örtecekti. Şimdi harekete geçme zamanıydı. Olvido' nun içindeki hırs ve kin günden güne artıyor ve onu mantığından uzaklaştırıyordu. Buna engel olmalıydı. Olacaktı da...

EL- OLVİDOHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin