1. BÖLÜM

767 18 1
                                    

YAZAR

Kapalı bir Ekim öğlesinde elleri kla vyeye giderken hatırladı b

ir zevki yargılama cesaretindeki cehaletini. -Rubâb şairi bu yargılamaların ilk sanığı değildi. Sonuncusu da olmayacaktı belki.- "Bir insan kapalı havaları nasıl sever, kapalı havalarda nasıl şair olurdu..." sözü zihin kayıtlarında duran tefekkür ayıplarından yalnızca biriydi. (Ayıplar! Vicdan telinin kendine uygun namesini bulduğu zamanlarda ortaya çıkardı.) Şimdi kapalı bir ekim öğlesinde klavye başında belki bir şiir yazmıyordu; ama yüreği pek bi şairdi. On gündür uykularını zihnini sevdalarını sevmelerini meşguliyetlerini dahi meşgul eden bir yerlerden bir ses kulağına devamlı bir şeyler fısıldıyordu. Çalışma odasının vernikli kahverengileri "önünde sonunda buraya mahkûmsun" u tek renk halinde seslendiriyordu. O ses şimdi tanıdığı bir ses değildi. Topçu okulunun beton zemininde istirahatı yudumladığı zamanlarda da birkaç kez ziyaret edilmişliği vardı bu ses tarafından. Ancak o ses şu sıralar misafir gibi değil haciz memuru mağrurluğunda bir oturuşla gelmişti yüreğine...

Her insanın antik bir dönemi olduğunu haber veren bu bazen çatallı bazen tok bazen de müzeyyen yumuşaklıktaki ses öğretmişti ona... Odaya çekildiğinde, derste bir şiir okuduğunda, güneşli bozkır kasabasının görüntüleriyle başlayan bir film seyrettiğinde, çocukça duyguları anlatan hikâye okuduğunda... Dört aylık oğlunun simasından kardeşinin bebekliğine açılan hatıralar koridorunda, dönem dizilerinde, kırk çıkaran kırk taşın her birinde, ergen erkek çocukların gözünde, yaşlıların çizgili yüzünde, hayatın yüküyle yorulan sızlayan dizinde, her yerde her şeyde o ses vardı.

"Anlatacaksın!" diyordu. "Çok kaçtın benden. Yalancı gururlar ve nişanlarla avundun. Yel değirmenleriyle dövüşmeyi benimle mücadele etmekten daha kolay bildin. Makaleler yazıp analizler yaptın. Beylik laflarla savaşlara, tarihe, barışa, hükümetlere, darbelere, ittifaklara, itilaflara dair pek bi hamasetli yeri geldi kudretli pek çok laflar ettin. Tesadüf eseri sıcak hadiselerin sathı mailinde bulundun. Şahitlik ettin tarihe, kaleminle kelamınla... Eksiği olan pek bi mağrur olur boyu kısa olan ayak uçarlında durur derler ya... İşte sendeki bu hal, tam da öyle bir haldi. Eksiğin vardı: Çocukluğundan miras. Eksiğin vardı: ulaşamadıklarından arta kalan, eksiğin vardı çocukluğundan bu yana yastığının altında biriktirip, her günün sabahında avucundan kaçan... Ama hep sakladın. Söz konusunda, edipliğe dair ne maharetin varsa hep onları saklamak için kullandın... Sanat senin için göz şaşılığını sakladığın gözlük gibiydi hep... Sen eksiklerini sakladın... Yo bakma öyle bu mesele Haşim'in sanatını karalayanların safı ve senin tuttuğun Haşim safının cidali ile alakalı değil. Elbet de sanat bir gizem işidir. Bilirim o kadarını... Unutma ben seninle büyüdüm. Aynı kitapları okudum seninle aynı yazıları birlikte yazdık aynı filme birlikte gittik. Derya ile de ben vardım yanınızda, bakkalın kızıyla da... Osman ile de... Amma bu sendeki saklama bir başka saklamaydı... Sanattan öte bir gizem büyüttün içinde... "Saideli"ni parselleyip de hayal dünyanda "kurtarılmış bölgeler" ilan ederken veya babanın aldığı pastel boyaları amcandan arta kalan o evde yine babanın gözünün içine baka baka bir roket planı için eritirken yapmaya başladın saklamanın talimini..."

İç ses, iç monolog bunların hepsini bir edebiyat malumatı olarak biliyordu; ama kendini ilk defa bu ses karşısında soyutlanmış, bu ses karşısında başkalaşmış hissetti yazar. Zira çalışma odasının içerisinde bu yankılanış kendi soyutlanışı ardında bir somutlanışı haber veriyordu karşıdakine dair. Adeta kafasını çeviriverse sesle karşılaşacak sese dokunacak, sesi soluklayacak ve belki de onu koklayacaktı. Belli belirsiz ürkeklikle gözünü kitaplardan azade raflarda dizili fotoğraflara çevirdi. Dışarıda yağan yağmurun sesi rüzgarla buluşurken gözleri sese değdi. Bir saat önce yaptığı kazada minyatür kadınının arabasının, kendi arabasını dokunuşu kadar sıradan, olay sonrası kadının yüz ifadesi kadar şaşırtıcı ve kendisinin öfkesi kadar çaresiz bir değmeydi bu. Siyah beyaz bir karede, kare içinde bir parkta kalçası üzerine yeni dikilmiş bir beden, el örmesi yün çoraplarla çimler üzerine uzanmış, ağzı emzikli saçı başlarda alabildiğine düz ve kırılgan uçlarda alabildiğine dalgalı bir çocuktu ses...

YALNIZLIĞA BÜYÜMEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin