HAYATIN HESABI
Boş araziden geriye doğru bakıldığında yol görülemeyecek kadar uzaklaştıklarında aklına gelmişti Münire’yi aramak. En son araba ile geldiklerinde ışığı gördüğünü söyleyince farları söndürüp arabayı park ettikten sonra ellerindeki fenerleri yakmışlardı. Tahir tarlaya girildiği şu dört-beş dakikalık sürede ikinci sigarasını titreyerek yakıyordu. Ateşin ve sigaranın sıcağı çağrıştıran görünümü bir an ısınabileceğini düşünme adına kendisinde de hiçbir zaman yapmadığı sigara içme işini yaptıracaktı. Bunları düşünürken kulağına dayadığı telefonun hala açılmadığını fark ederek ürpererek Tahir’e döndü:
-Telefonu açmıyorlar!
- Hızlanalım! Sen ara ısrarla Hüdai! Len oğlum uyumasınnar!
Adımlarını iyice hızlandırırken tekrar son aramalardan arama tuşuna bastı. Bahar’a “biz seni aramadan ne onları ne de bizi ara, telefonlar meşgul olmasın.” Demişti. Bunu hatırlayınca kendisini sebebini bilemediği bir biçimde önemli hissetti. Kulağında karşı tarafın telefonu meşgule düşürmesi ile irkildi. Tekrar baktı, ekrana “meşgul” yazıyordu. Telefonun ekranını Tahir’in yüzüne doğru tuttu. O esnada bir mesaj bildirimi olduğunu Tahir kendisine söyleyince hemen ekrana baktı.
Mesaj:
HALA YANAN FENERLERİNİZİ GÖRÜYORUZ MERVE ÇOK KÖTÜ. ARAMAYIN ARKADAN İNSAN SESLERİ GELİYOR. SİZ YÖNÜNÜZÜ BAŞKA YERE DÖNEMEDEN GELİN. AMA NOLUR ÇABUK!
Hüdai seslice mesajı okumayı bitirdikten sonra artık aynı istikamette koşar adım ilerlemeye başladılar. Tahir belinin sağ tarafında duran doksanlardan kalma kuru sıkıyı çıkarırken Hüdai, cebindeki çakıyı açmakla meşguldü bir taraftan. Yaklaşık on dakika bu tempoda ilerlerken inilti gibi duyuldu Minire’nin sesi, Muazzez doğrulurken kardeşi Merve’yi de kolundan tutarak ayakta durmasına yardımcı olmaya çalışıyordu. Üçü de titriyorlardı.
-İnsan sesi falan demiştiniz? Diye Tahir etrafı gözleri ile taradı.
-Öyle dedim ama bir varlık ne bileyim, köpek falan da olabilir ancak karanlığın içinde kıpırdadığından eminim! Diye cevap verdi Münire. Hüdai komutayı elinde tutma telaşında bir komutan edasıyla:
-Tahir sen elinde fenerle önden ilerle ben de arkadan. (kızlara dönerek) Siz de ortamızda gideceksiniz. Dedikten sonra yürümeye başladılar.
Muazzez iniltiyle karışık ağlıyordu. Merve sadece titriyordu. Hüdai Tahir’e seslendi geriden:
-Napıyoruz şimdi?
-Valla hastaneye gidelim bi ayaküstü baksınnar. A
-Abi öyle de polis molis sorgu morgu, bize demezler mi siz bunları nereden getiriyorsunuz, diye. Olay yeri jandarma polis gaynıyor, hayır yok yere şüpeleri üstümüze çekmeyelim. Te 2016 temmuzunda bi zındık yüzünden bizi onunna garışdırıp evimizi daşladılar. Bu sefer ne diyeceğiz. Derken Münire girdi araya, titreyen çenesine söz geçiremeyerek:
- Hastanelik bir şey yok. Merve’nin durumu korkudan bence de öyle, bizi direk Bahar’a götür. Ani bir şey olursa o zaman gidelim.
Tahir ısrar etmedi. Araca geldiklerinde Merve’yi zemininde kilime benzer bir çul açılı boşluğa yatırdılar. Münire başı tarafına Muazzez ayak ucuna doğru kıvrıldı. Araç üç dakika çalıştıktan sonra kalorifer en yüksek konuma getirildiğinde hareket ettiler. Tam o esnada aklına geldi Bahar’ı arayıp ona haber vermek.
***
Hüdai’nin “Aldık geliyoruz, sen bir yatak hazırla, ağrı kesici kas gevşetici falan var mı? Varsa onları da bul, on beş dakikadan orada oluruz.” Demesinin üzerinden neredeyse yirmi dakika geçmişti. Tekrar arasa mıydı acaba? Eli bir süre telefon ekranının üzerinde geldi gitti. Televizyonu açık bıraktığını “Son Dakika” müziği ile yayına giren spikerin sesinden bütün gece uyumadığını da havanın aydınlanmasından anlamıştı. Bir an kendisinde mi bir sorun olup olmadığını sorguladı. İzmirliydi, aslen doğum yerinin İzmir yazmasına rağmen aslında Ankara’da doğduğunu, dünyaya geldiğinde babasının memuriyetinden dolayı Ankara’da bulunduklarını annesinden yıllar sonra duymuştu. Annesi mi sorumsuzdu bu gerçeği söyleme de yoksa kendisi mi sormayacak kadar hayatındaki bu ayrıntılara ilgisizdi bilemiyordu. Ama ayrıntıların ne önemi vardı ki, ilkokul yıllarında yine babasının memuriyetinden dolayı geldiği bu ilçe geçmişinde basit bir ayrıntı iken şimdi, bir buçuk yıl önceki boşanma sarsıntısı, aldatılma şoku, şiddet, aşağılama, suçlanma gibi artçı sarsıntıların ardından hayatının tam ortasına düşmüştü. Ya da kendi hayatı bu kasabanın ortasına… Ama bir şeyler vardı. Sorun kendinde ise bu gelmekte olanlar, kendisi gibi memur bir babanın kızları bunlar ne arıyordu burada. Bunların gelişi Ankara’nın İzmir’den daha yakın olmasıyla açıklanamazdı herhalde. Tuhaf olan insanın hayatının bir kısmını geçirdiği bir yere tekrar dönmesi değildi ebette. Amasya’da üniversitede bulunmuş, Afyonda, bir ilçede öğretmenlik yapmış birinin yolunun o kadar ilçe, ile merkezi varken hem de nüfus kütüğü itibari ile alakası olmayan bir başkasının yolunun da buraya düşmesiydi tuhaf olan ve tek ortak noktaları çocuklarının o da sadece bir iki yılını birlikte burada geçirmiş olmalarıydı. Oysa onca lise, üniversite, iş arkadaşlıkları, hepsi dururken neden aramıştı ki Münire’nin ismini internetten. Tamam bu normal olabilirdi. Bir anda birbirini görmeyen iki kardeş gibi o ne muhabbetti öyle. Oysa okulda da hiç ama hiç samimi değillerdi. Genelde komiserin kızıyla samimiydiler. Çünkü sınıfın en havalı kızları genelde onunla dolaşırlardı. Kendisini de aralarına güzelliği ve boyu sebebiyle almışlardı. Derin bir iç çekti. “Geçmişime dair bildiğin ne ki şimdiye dair neyi bileceksin Bahar. Buraya güya hesapsız kitapsız yaşamaya gelmiştin. Çünkü beş yıldır hesaplı ve kitaplı bir yaşamın bedelini ödüyordun. Ama hayat durmuyor o sanki bizim üzerimizde hesabını devam ettiriyor. Neyse benim hesaplarımdan daha kötü bir hesap olamaz değil mi?...” diye gülümsedi. Sonra “Helal olsun valla, terör saldırısına uğramış bir arkadaşım ve kardeşleri ve onu kurtarmaya giden arkadaşlarım var, birazdan buraya gelecekler ve ben burada hala iç dünyamla baş başa felsefe yapabiliyorum.” Diye düşünürken daire kapısının tokmak tıkırtısı ile irkildi. Kapı deliğinden Tahir ve Hüdai’nin yüzünü arkalarında, yaradan mı soğuktan mı saçlar arasında kırmızılıktan ibaret yüzleri gördü. Hemen kapıyı açtı. Sessizce buyur etti onları. Tahir hastanedeki durumunu söyleyerek Hüdai’de Sabah ezanının okunmak üzere olduğunu söyleyerek durumu kısaca özetleyip yapılması gerekenleri seri Bahar’a ve Münire’ye talimatlar şeklinde hatırlattıktan sonra kapıdan ayrıldılar. Onlardaki bu rahatlığın bir sebebi de arabada Merve’nin iyileştiğini görmek oldu.
***
Öğlen ikiyi bulmuştu hazırlanan kahvaltı masasından kalkmaları. Merve ve Muazzez masayı toplayıp mutfağa geçmişlerdi. Münire olanları Bahar’a özetlemeyle meşguldü:
-Yani oradan Konya otogarına geçilecekti. Aslında bu kavşakta da inip bizi buradan alın diyebileceğimizi bu olayla öğrenmiş olduk. Ankara çok kötü Bahar. Aslında bütün iller için öyle diyorlar. Ya ne bileyim bir de ortada bir sürü hurafeler, cin vakaları, cinnetler, yok uzaylı istilası, işlenen bu cinayetlerin ardındaki varlıklar şunlar bunlar bir sürü laf arasında yaşamak zorlaştı. Yaşasan bir dert yaşamasan bir dert.
-Bak buraya o hurafelerden kaçmak için geldiysen yanlış adres şekerim. Böyle yerlerde daha çok oluyor bu tip şeyler. Burada Mesih bile var. (kıkırdadı)
- Ya ne bileyim caddesi belli sokağı belli küçük bir yer diye düşündüm. Gidecek yerim yok Bahar. Allah’tan şu kadınlara tanınan erken emeklilik olayı oldu da kurtuldum anacığım.
-Devlet bütçe kötü olunca kadınları baştan savmaya başladı. Ay her şeyim yerindeymiş gibi bir de feminist damarım kabardı iyi mi?
-;Oktay’dan haberin vardır o zaman en son şu aydınların toplandığı bale binasında patmadaymış.
- Oktay ve Ayça diyeceksin galiba.
-Kız demeeee!
- Ne olacak ya!.. Bu işlere çok girdiler. Şu halde kimsenin hayatı güvende değil size mi kaldı alemin bulamadığı şeyi ortaya çıkarmak. İkisinin de ikişer çocuğu var. Ay bazen diyorum iyi ki evlenmemişim.
Bahar derin bir soluk aldı:
-Öyle en iyisi buydu belki de…
-Kız bişey soracam kafa dağıtırız hem…
Diye neşeli bir tonla lafı değiştirmeye hazır olduğunu belirten bir eda ile:
-Şu gastecinin yazdığı roman, O, Ayça ve Oktay ile alakalı doğru mu ki…Biz buarada hiç sezemedik.
-Çocuktuk ayol nasıl sezeceğiz…
-Hımmm ama var bişeyler. Ya kıskançlıktan birbirini çekememekten ya da derinde bir şeyler var. Ancağım…Ahh kafam ben o sıralar Çorum’daydım. Bu Oktay, o sıralar Ankara’daymış. Ayça da o zaman bekardı. Bir kere aramak aklıma gelmedi. Öğrenirdim ben onu ama… Neyse…
Bir süre sessizliğe gömüldü ikisi de… Mutfaktan Muazzez’in çığlığı ile irkildiler. Hemen mutfağa koştular. İkisinin de rengi bembeyazdı. Merve, Münire’ye dönerek:
-Abla pencereden bir gölge geçti garip bir fısıltı ayyy! Yaratık gibi bir fısıltı ile geçti ikimiz de duyduk resmen! Diye heyecanla durumu anlatırken, zilin çalması bir kere daha irkildiler. Gelen komşu Fadimana’nın küçük kızı Berat’dı annesinin yaptığı bir tabak kurabiyeyi getirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YALNIZLIĞA BÜYÜMEK
Mystery / Thriller"BELKİ DE BU ROMANIN KAHRAMANLARINDAN BİRİ SENSİN" ONUR AKBAŞ'IN SİNADA DERGİSİNDE BİR DÖNEM TEFRİKA OLARAK YAYIMLANAN VE OKUNMA REKORLARI KIRAN AŞK GİZEM VE GERİLİM DOLU ROMANI