3. Bölüm: İstekler

94 20 75
                                    

Awan, ofisine girdiğinde Alkas'ı bembeyaz bir halde görmeyi beklemiyordu. Aslında Alkas'ı görmeyi de beklemiyordu. Çünkü ilk ve tek olması planlanan seans hemen hemen başarılı bitmişti ve ofise gelmeden önce randevu listesini sekreterinden alıp kontrol etmemişti.

Alkas oturduğu koltuğun kenarına sinmiş, hatta neredeyse koltukla bütünleşmişti. Şu saatten sonra her şey sis içindeydi; her duygu, her düşünce, her hareket... Her şey, gündüz gözüken ay kadar yapaydı. Ama eninde sonunda parlayacak ve gerçekliğe kavuşacak olan da mahtı.

Awan, bozuntuya vermedi. Alkas'ın bal rengi irisini çevreleyen kanlanmış akıysa "Bana yardım et!" diye bağırıyordu. Sakince "Günaydın Alkas." dedi ve sekreterinin odasına ilerledi. Önünde o an açık olan bir store perde bulunan cam kapıyı önce bir kez tıklattı ve ardından yavaşça kapıyı açıp kafasını lacivertlerden oluşan odaya uzattı, "Günaydın Lola, gelebilir miyim?" dedi. Lola, daha bu sabah kestirmiş olduğu siyah, fönlü saçlarını geriye attı. "Günaydın Bay Rogerson. Tabii ki, buyrun."

Awan, kapıyı kendisinin rahatlıkla geçebileceği kadar açtı. Yürüyüşün ciddisi olur mu bilmiyorum ama ciddi bir yürüyüş sergileyerek bordo sandalyeye ulaştığını düşünüyorum.

"Bugün için kaç randevu yapıldı?"

"Dört: Matt Christ, Alkas Pater, Lily Snow ve Adam Ghost."

"Teşekkürler Lola." dedi ve gülümsedi. Ardından odadan ayrılıp kendi odasına geçti.

Christ'in gelmesine daha bir saat olduğundan Alkas'ın seansını geri çekmeyi düşündü fakat kararsızdı. O esnada kapısı tıklatıldı. Alkas rengi solmuş yüzünü odaya yansıttı.

"Bekleme odasında kimse yok Bay Rogerson. Gelebilir miyim? Beklerken ölebilirim." Alkas kendince esprisini yapıp sırıtmayı denedi. Hayır, hayır... espri değildi.

"Sıradaki hastanın gelmesine bir saat var. Gelebilirsin." dedi ve sıcak bir gülümseme yaydı Awan. Alkas ise çekingen bir şekilde koltuğa kadar yürüdü. Koltuğun önüne geldiğinde çıplak gözle görülebilecek bir rahatlık kaslarını buldu, kendisini bir anda rahat koltuğa bıraktı. Koltuk, bacaklarını yanına kıvırıp iyice rahat bir hâl alabilecek kadar genişti. Bir önceki seansta Awan rahatsız olmaması gerektiğini nedeni anlaşılır bir şekilde ifade ettiğinden Alkas o rahat pozisyonunu aldı.

Her ne kadar yüzünün hâlinden aptal bir çocuk bile iyi şeyler olmadığını anlayacak olsa da Awan sordu. "Nasıl gidiyor Alkas?" Kaliteli bir psikoloğa yakışacak, arkadaş edasını kullanmıştı.

Alkas açık kestane tonlarındaki ("Şuna kumral desene!" dediğinizi duyuyorum) gözüne girmek üzere olan bir tutam saçı telaşla kulağının arkasına sıkıştırdı. Özgüveni anlık bir düşüşe uğramış bir kişinin yapacağı bir hareketti. Awan gözlerini ayırmıyordu. Alkas sehpaya bakarken aceleyle bilgisayarına bunun hakkında bir şeyler yazdı.

"Ben bunun bir kabus olduğunu kabul edemem, Doktor. Yani, edemiyorum. O beni ele geçirecek. Adımları sadece yaklaşmıyor, bir şeyleri hazırlıyor."

Awan, bir an için gözünü bilgisayar ekranına kaydırıp Alkas'a geri döndü.

"Alkas, bak; bu senin inanma isteğin. Bundan önce hayatın normal bir yaşantıymış. Aslında hâlâ öyle. Bu insanın heyecan isteğidir. Senin beni anlayacağını biliyorum."

Alkas bir an durdu. Öyle inatçı biri değildi. Awan etkileyici bir şekilde konuştuğunda onun fikrini değiştirebilirdi ve ikisi de bunun farkındaydı. Bu durum, o günlere dek öyle kaldı. Daha sonra olacaklardan bahsedip tüm heyecanınızı kırayım mı? Hayır, bir süre daha merak etmelisiniz. Merak belki sizi öldürmez.

Düşündükçe, bir insan böyle ani değişimlere uğrayamaz gibi. Ama gel gelelim ki bu Alkas. Henüz onu (O? Onlar?) tanımıyoruz:

Alkas'tan "Haklısın..." tadında bir mırıltı çıktı. Hızlıca biten bu sürecin üç dakika falan olması gerekirdi. Ama on beş dakika geçmişti. Alkas, itiraz etmek istedi. Bir boşluk arıyordu. Boşluğa dair tek delil kendisiydi oysa.

"Ama..." Daha yeni başlayan cümleye kısa bir ara verdi ve tavandaki aydınlatma sistemini inceledi. "Arkadaki o, bana kalırsa lanetli olan tapınak... Ben lanetli olmalıyım. Ben lanete tapmalıyım. Kahretsin, ben böyle düşünecek biri değilim!" Rengi yerine gelmeye başlamıştı, yüzündeki donukluğu ameliyatla sabitlemişler gibiydi.

"Bak, bu bir kabus. Bana kalırsa, okuduğun bir dolu kitabın birleşimi bir ütopyanın sana yansıyışı."

Alkas'ın fikri biraz daha yerinden oynamıştı. Kafası karmakarışıktı. Karşısında duran genç adama baktı. Para karşılığında da olsa benim gibi bir aptalla uğraşmazdım, diye düşündü. Sonunda ya bir tımarhanenin gözdesi olurdum ya da kendi kendimi kurtarırdım. Sahi ben niye para harcıyorum? Aklında bazen böyle çelişkiler olurdu ama bu şekilde birden baş gösteren düşüncelerinde genellikle haksız olduğunu bilirdi.

"Evet, haklısın." 'Siz' kelimesinden 'sen' kelimesine ani bir geçiş yapmıştı. Awan'ın isteğince bunu çoktan yapmış olmalıydı.

"Awan, izninle bu koca aptal gitmek istiyor." dedi ve sırıttı Alkas.

Awan öncelikle kendisine karşı yerici ifadeler kullanmamasını söyledi. Ardından "Emin misin? Daha bir saat dolmadı." dedi. Ardından, "Hiçbir baskı hissetmene gerek yok Alkas, burası seni rahatlatmak için." diye ekledi.

Alkas ise, "Baskı mı? O benim için yıllardır yok, şu kabus saçmalığı haricinde. Sadece uyumak istiyorum." diye yanıtladı. Awan ise onu onayladı, uykusuz olduğu zaten anlaşılıyordu. Uyursa onun tekrar kabus görebileceğini düşündü Awan.

Alkas yavaşça odadan çıktı. Tek istediği, hiçbir görüntü veya sesin olmadığı derin bir uykuydu. Ancak kabusuna sarılacaktı. Yatağa varıp uykuyla örtününce? Evini bile görmemişken? Ofisten çıkar çıkmaz? Ne zaman isterse o zaman gelirdi kabus. Alkas, gözükmeyen kanlar damlayan gülümseyişiyle oradan ayrıldı.

Neden Ona İnanmadınız ~ #Wattys 2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin