Eğer sekiz yaşındaysanız hayat sizin için pamuk sekeri kadar güzeldir. Eğer on sekiz yaşındaysanız mutsuz sonla biten bir kitabın son sayfası kadar umutsuz ve uçurum kenarında kurtarılmayı bekleyen bir bedenin bekleyişi kadar çaresizdir.
Hayat size zorluklarıyla kucağını açmış demektir. Bir kesim vardır o kucağa sıkı sıkı sarılan.
Cesurlardır. Çünkü o bedenler acıyla bütünleşmiş demektir. Yeni bir zorluğa kucak açmak onlar için çok da zor değildir.
Dayanıklıdırlar. Her türlü savaşa başı dik girmiş ve başarıya ulaşmış kişilerdir.
Diğer bir kesim o kucağı elinin tersiyle itebilen kişilerdir. O bedenler korkatır. Acıya dayanıklı değillerdir. Hayatı acısıyla, tatlısıyla kabullenemezler. Ruhları bir mekanizma tarafından yönetilir.
Çünkü bu hayatta acı; güç, yöneticilik ve sonsuzluk verir.Peki ya ben hangi kesimdendim ? Cesur muydum ? Hayır. Her ne kadar cesurca hareketlerim olsa da korkağın tekiydim. Yeni bir hayatı her zaman reddederdim.
Dayanıklı mıydım ? Asla. Mesela geceleri ağladığımı kimse bilmezdi. Dayanıklı bir insan acıya göğüs gererek dimdik durur ve ağlamazdı.
Öyleyse ben, bana tüm zorluklarıyla kucağını açan o hayatı elinin tersiyle itebilen kişilerden miydim ? Yoksa yağmurun kulağıma fısıldadığı gibi hiçbir şey miydim ?
Ateşböceği Yolu' nda kollarını açarak bisiklet süren Tully gibi olmak isterdim. Henüz on dört yaşında, ne istediğini bilen kendinden her zaman emin o kız..
Louisa Clark gibi sonuna kadar savaşan, elinden gelenin fazlasını yapan, biraz eğlenceli biraz çılgın bir karakter...
Bir kitap olmak isterdim. Her bir cümlemde, her bir satırımda hayranlık uyandıran muhteşem bir kitap.
Bunlar ben olamadım. İsterdim, ama olamazdım.
Ben ancak kıyıya vuran serin dalgaların içine hapsettiği kum tanesi olabilirdim.Ben.
Aklımı yitirmiş olmalıydım.
En yakın arkadaşımın gözlerine bakarken kalbimin eskisi gibi sevgiyle değil de hüsranla attığını fark ettim. Kalbinin parçalara ayrıldığını bana bakışlarınından anlayabiliyordum. Yorganı biraz daha kendine çekip sarıldıktan sonra konuşmaya başladı."Aptal. Aptal." dedi avuç içiyle kafasına vurarak. Bu kelimeyi zilyonuncu kez duyduğum için artık miğdem bulanmaya başlamıştı.
"Aptal ben. Nasıl böyle bir hata yaparım. Aptalın tekiyim." Daha çok kendisiyle konuşuyor gibiydi ama yanına geldiğimden beri sadece onu dinlediğim için artık konuşma gereksinimi duymuştum.
"Öylesin." Ağlamak için sanki konuşmamı bekliyordu. Gözyaşlarının arasından kafasını sallamakla yetindi.
"Rima." dedim. Söze nereden başlayacağımı bilmiyordum ama bir yerden başlamak zorundayım. Aslında hala 'her şey şakaydı' demesini bekliyordum.
"Şimdi ne yapacaksın ? " Alt dudağını dişleyip kazağının kollarıyla gözyaşlarını sildi.
"Bilmiyorum. " dedi sırtını dikleştirirken. "Çok utanıyorum Afra." konuşurken benim dışımdaki her şeye bakmasından utandığını anlamışım zaten. Utanmalıydı da.
"Ne zaman oldu ? Olayları bütünüyle anlat ki sana yardım edebileyim." Anlatmaya başlamadan önce tamam dercesine kafasını salladı ve derin bir nefes aldı.
"Semih ile ben Duygu' nun doğum günü partisinde tanışmıştık." Duygu' nun kim olduğunu hatırlamasam da birkaç ay önce Rima' nın bir partiye gittiğini hatta beni de zorla götürmeye çalıştığını hatırlıyordum. Ama gitmemiştim. Hasta numarası yapıp bütün gün uyumuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFES#Wattys2016
Teen FictionÖylece durmuş ona silahı uzatıyorken kanın damarlarımda akışını, her bir hücremin küllerinden yeniden doğduğunu hissediyordum. Silah namlusu alnımın tam ortasındayken bana kattıklarını, kendini benden acımasızca alışını izliyordum. Sessizdik. Ve be...