-Yazar Tarafından Giriş-

23 2 2
                                    

''Unutmayın, her kitap başlarda sıkıcı gelebilir. Önemli olan sonuna kadar okumayı başarabilmektir...''

*

Karanlık sokakta ritmik bir şekilde yürüyordu. Attığı her adımda ayakları ondan izinsiz ve kontrolsüz bir şekilde çukurlu kaldırımda tok bir yankı bırakıyordu. Aldırmamıştı. Çünkü her gün geçtiği bu sokakta, her gün aynı sesler izlerini gösterirdi.

Sadece genç kız gelene kadar ara sokakların sessiz kuytularında saklanır, gecenin karanlığı tüm şehire çökünce ve kız iş yerinden çıkınca kıvrakça ortaya çıkarak özgürlüklerine kavuşurlardı. Ki, genç kızın beyninin içi bunları düşünemeyecek kadar yorgun ve derin sorularla kendini oldukça oyalayacak kadar meşguldü.

Rüzgar biraz daha sert esmeye başladığı sıralarda ellerini ince siyah yağmurluğunun içine, -sanki mümkünmüş gibi- daha da dibine soktu. Üşüyordu ve saçları görüş alanını engelleyecek şekilde yüzünde özgürce uçuşuyordu. Fakat biliyordu ki bu uğultulu soğuğa karşı ellerini ceplerinden çıkartıp saçlarını görüş açısından çekmek için üşümelerini sağlamayacaktı.

Arkasından onu takip eden sert rüzgar boş sokakta uğultular bırakırken adımlarını biraz daha hızlandırarak istemsiz bir şekilde ellerini naylon yağmurluğunun cebinden dışarı çıkarttı. Tekrar geri sokmak istese de bu soğuğun sonu olmadığını bildiği için kendisini biraz daha sıkıp dayanmaya çalışarak gümüş renk, geniş camlı saatini görüş açısına geçirmişti. Saat neredeyse gece yarısı olacaktı.

Karanlık ve soğuk iyice vücuduna işlemişken titrek hareketlerle adımlarını hızlandırarak kaldırımlardaki tok sesleri daha sert vurgulayıp bulunduğu ara sokaktan hemen çıkmak istedi.

Bu ıssız yerde ondan başka kimse yoktu. Asık yüzünü sanki daha da mümkünmüş gibi somurtarak bir sefer daha ellerini ceplerine sokarak çıkartmak zorunda kaldı. Fakat bu sefer saatine bakmak için değil, gıcır gıcır bankadan çıkmış paralar yerine kenarları iyice yıpranmış ve sıradan bir kağıt parçası olsa bakılmayacak bir şekilde buruşmuş bir mikat para çıkartmak içindi.

Yanında ellerinde ufak sürtüşmeyle şakırdayan bozuklukları ekledi. Toplam elli beş lira, seksen kuruş.

Okuldan çıktıktan sonra kazandığı paralardı bunlar. Alın teriydi ve bunları kazanmak için her gün bir alışveriş merkezinde temizlik görevlisi olarak çalışıyordu. Zorlanıyordu elbet. Fakat zorlanmaktan çok korku yoruyordu onu. Her bir işe gidişinde okul arkadaşlarına yakalanacağım diye korkması bile onu yormaya yetiyordu.

Hoş, daha doğru düzgün bir arkadaşı bile yoktu. Sadece alay konusu olabilecek derecede tanıdığı zengin bir insan topluluğunun bulunduğu bir ortamda sürüklenip gidiyordu. Bolca paraları ve yakışıklı/güzel/zengin diye sınıflara ayırıp biçimlendirdikleri sevgilileri ve dostları vardı.

Bu çevre, bu genç kız gibilere uygun değildi sanki. Okul hakkındaki düşüncelerini bir süreliğine beyninin içindeki bir odaya kapattı ve çıkarttığı paralarının hepsini birleştirerek biraz ilerideki nöbetçi eczaneye adımlarını attı ve klasik eczane kokusunun burnundan ciğerlerine kadar işlemesine izin verdi.

Yaşlı bir kadın kızı görünce sıcacık gülümsedi. Kız ise ona gerçeklikten yoksun sade bir tebessüm gönderip tüm paralarını hızlıca uzun ve ince parmaklarından masaya doğru bıraktı.

''Bir Afatinib''

Yaşlı kadın bunun üzerine masaya bırakılan paraları hızlıca mavi gözleriyle yokladı ve kıza yarım kalan gülüşüyle devam etti, ''Bu ilaç reçetesiz satılmıyor, kimin için bunlar kızım?''

''Ne yapacaksınız?'' Diyerek sert ve soğuk ifadesi ile yüzüne baktı karşısındakinin.

Kadının o gülen suratı birden düşüverdi. O kadar gülümseyerek iyi yaklaşmak onu böyle sert bir duvara toslamayı bekletmiyordu. Kadın derin bir nefes alarak genç kıza baktı. Sanırım iyi gününde olmayan birini günün son saatinde külkedisinin perisi gibi iyi yapacak hali yoktu.
''Akciğer kanseri olan kim?'' Demeyi tercih etti düz bir ses tonuyla.

İşte bu soru aslında kadını değil, genç kızı koskoca bir duvara çarptırmıştı. Çünkü cevap kızın canını yakıyordu.

Kanser...

Ne kadarda etkileyici ve insanı kelimesinin bile enkazı altında bırakacak güçlü ama anlamına baksan iki heceli, basit bir kelimeydi öyle.

Anne...

Ne kadar da masumiyet ve insanın sinirlerini anında gevşetip sonsuz merhametine sığındıracak bir kelimeydi öyle.

Kanser anne...

İşte bu kelime için açıklanacak bir cümle yoktu. Ne güzeldi, ne kötüydü. Acı var mıydı? Keder yahut üzüntü? Bitmişlik duygusunu son zerrene kadar hissetmek? İlla biri olmalydı.

Olması lazımdı fakat bilinmezdi. Dile getirilemeyecek şekilde tarifsiz bir kalp sancısı bırakıyordu gerisinde sadece. Genç kızın annesi kansere yakalanmıştı. Ne kadar ilaç almak için elinden geleni yapıyor olsa da sonucunu kendisi görebiliyordu.

Annesi ölecekti. Fakat gururu bunu dile getirmeye el vermiyordu. Çalışacaktı ve kazandığı paralarla annesinin ilaçlarını son zerresine kadar alacaktı. Gurur ve inat duygusunu yok etmeye niyeti yoktu. Zorlanıyordu, evet. Fakat bu onun için engel olmamak zorunda olan bir şeydi.

Boğazı yavaş yavaş yanmaya başlamıştı ve görüş açısı net olmaktan çıkıp bulanıklaşmaya başlıyordu. Fakat böyle ağlayıp, yıkılıp daha gemisi karaya vurmadan kendisini dalgalara atıp boğulmak istemiyordu. Gerekirse gemi batana kadar kıyıya gelmesini bekleyecekti. O yüzden anında görüş açısını damlalarından arındırıp yaşlı kadına döndü. ''Annem.'' dedi buruklukla.

Kadınında gözlerinde derin bir ifade belirdi ''Normalde bunu reçetesiz veremem ama,'' dedi ilk, sonra paranın sadece elli beş lirasını alıp kasaya attı ve seksen kuruşu tekrar kıza iade etti. ''Bu seferlik annen için bir iyilik yapabilirim.'' dedi sonra. Kadına nedensizce bu annesine acınası iyiliği içinde olsa da samimiyet hissetmişti.

Kadın ise sözlerinin hemen ardından minik taburenin üzerine çıkarak kızın istediği ilacı kocaman cam raflardan aldı ve tekrar aşağıya inip tükenmez kalemle ilacın üzerine bir şeyler karaladı.

''Her gün üç defa, mümkünse tok karınla olacak bir şekilde içsin.''

''Ah, tabi. Eğer evde yemek bulabilirsek tok karın içeceğinden şüpheniz olmasın.'' diye içinden geçirdi kız ve poşete konulmasını beklemeden ilacı cebine attığı gibi eczaneden çıkıp tekrar kimsesiz ve karanlık sokakların yolunu tuttu.Dışarıya adımını atar atmaz soğuğun tüm vücudunu hızla yalayıp yutması içini titretmişti.

Tekrar ellerini soğuğa siper ederek ceplerine attı ve evinin yolunu tuttu. Şuan düşündüğü ise bir sonraki ilaçları almayı nasıl becerecekti?

Eve geldiği sırada anahtarını cebinden çıkartarak serbest kalmalarına izin verdi ve kapının deliğine soktu. Ardından kapı açılınca dışarıya nazaran daha sıcak evine girdi ve nefes almak için kendine fırsat bile vermeden oturma odasına geçti.

Annesini gördü. Gün geçtikçe daha da eriyip bittiğini kendi gözleriyle de görüyordu. Acaba ölmesi herkes için daha da mı iyi olacaktı? Hemen aklındaki bu gaflet düşünceyi kapı dışarı itip, yarı açık olan yorganı annesinin soğumuş omuzlarına kadar çekince annesi bir an titredi.

''Sakin ol anne. Ben geldim, Efsun.''

Aşk ve HicranHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin