2-Gökyüzü

23 3 1
                                    

  Derin. Adımı onun ağzından duymayalı ne kadar geçmişti? O gittikten sonra zaman kavramını yitirmiştim. Günler, saatler, dakikalar, saniyeler.. Hepsini rafa kaldırmıştım. Kütüphanemde gezinirken gözüme takılan tozlu rafı incelemeye başlamış gibiydim. Rafa üfledim ve tozlar dört bir yana savruldu. Adımı söylemesinin üzerinden bir dakika geçmiş miydi ? Ona doğru bir adım attım. Gözlerimi gözlerinden ayırmadım. Bir adım daha. Tozlu raftan bir adım uzaklaştım. Tozlanan sadece bir raf değildi. Bir kitaplıktı tozlanan. Zaman kavramı bendeki yerini bulmuştu ki sendeledim. Düşmemi engelleyen kolları olmuştu. Kollarımı tutan kolları belimi kavradı ve beni sardı. Dolan sözlerle Ay'ıma baktım. Elimi gezdirdim yanağında. Yüzü pürüzsüzdü. Her zamanki gibi. Konuşmadık. Başımı boyun girintisine sakladım. Nefesi boynumda dans ederken dudaklarım aralandı. Ve o anda dudaklarımda tuzlu bir damla hissettim. Ne zaman özgür kalmıştı göz pınarlarım? Hayır, bu göz pınarı değildi. Tek damla akmıştı gözümden. Kendine çizdiği yol dudağımda son bulmuştu.

Dudakları dudaklarımı örttüğünde tuzlu damla dudaklarımıza karıştı.

"Üşüyeceksin. Eve gidelim" dediğinde boynundaki elim saçlarına geçmişti. O an da saçlarının yağmurun esiri olduğunu fark ettim. Islanmıştı. İkimizde ıslanmıştık. Ellerimiz kenetlendi, parmakları parmaklarımı sardı. Koşarak evin yolunu tuttuk.

Eve giderken birleşen ellerimiz bir an olsun ayrılmadı. Bir adım gerisinde kalıyordum. Benimleydi, parmaklarımda parmaklarını hissedebiliyordum ama ulaşamamış gibiydim. Benimleydi ama yanımda değildi. Ya da ben yanında değildim. Birlikteydik ama arada boşluk vardı. Ya da adımlarım adımlarından uzaktaydı. Bunu sevmemiştim. Daha da hızlanarak yanına ulaştım. İşte şimdi olmuştu. Eve vardığımızda rüzgar yağmuru savurmaya başlamıştı. Yağmur damlaları düşünmeden savruluyordu. Kendini rüzgara bırakmıştı. Rüzgar bir çocuktu. Oyun mu oynuyorlardı ? Rüzgar kahkahalarla yağmuru peşinden koşturuyordu. Denizi ilk defa gören bir çocuk nasıl heyecanla denize koşuyorsa ve annesi çocuğun peşinden koşuyorsa yağmurda rüzgarı peşinde öyle sürüklüyordu.

Sanki yağmur yağmıyordu da gökyüzü ağlıyordu. Kim ağlatmıştı onu ? Geceyi mi özlemişti yoksa güneşe mi küsmüştü ? Bin yılın ardından sevdiğine mi kavuşmuştu ? Mutluluğun gözyaşları mıydı ? Çok kırılmıştı da yaşadıkları ağır mı gelmişti ? Belki de rüzgar gökyüzünün göz yaşlarımı siliyordu.

Evin kapısını açtığımda tam içeri giriyordum ki birden ayaklarım yerden kesildi. Güldüm. Kollarındaydım. Ne yapıyordu bilmiyordum ama mutluydum.

"Ne yapıyorsun ?" dedim gülüşlerimin arasından.

"Seni eşikten geçiriyorum "

"Balayına giden çiftler gibi.."

Koltuğa oturduğunda başımı Ay'ıma yaslamıştım. Kokusunu içime çektim. Nasılda özlemiştim. Kokusu yağmurdan sonraki toprak gibiydi. Sıradan bir yağmurdan sonraki toprak kokusu gibi değildi kokusu. Fırtınalı bir yağmurdan sonraki toprak kokusu gibiydi. Yüzyıllar önce patlayan bir volkandan çıkan yakıcı sıvı örtmüştü sanki toprağı. Toprağın bir zamanlar canı yanmıştı ve aradan yüzyıllar geçtiği için insanlar onun bir zamanlar volkanın öfkesine ve acısına maruz kaldığını bilmiyorlardı. Sıradan bir toprak değildi. Denizin dibindeki kum taneleri karışmıştı arasına. Denize acısını anlatmıştı yağmur, beraber ağlamışlardı. Yağmurun gözyaşlarını biriktirmişti deniz ve bir fırtınada denizin dibindeki kum taneciklerini kaçırmıştı rüzgar. Rüzgar kum tanelerini toprağa hediye etmişti. Güneş toprağı yakmak istemiş, kum taneleri izin vermemişti. Rüzgar yağmuru savurmuştu ve güneş kaçmıştı. Güneş akardı ancak fırtınalı yağmurla birleşen denize karşı gelemezdi. Güneş denizin dibine hapsolmuştu. Oradan kurtulsa her şeyi yakacak gibiydi. Yinede huzurluydu kokusu.

"Beni buraya gömsene" dedim

"Gökyüzünü buraya gömemem. Bin yıl nasıl bir sayfaya sığdırılamıyorsa senide oraya sığdıramam."

"Öyleyse sakla beni."

Sağ elimi şah damarına götürdü "Seni sadece buraya gömebilirim. Gökyüzüne ancak bu yakışır."

"Ay'ım olursan gökyüzün olurum."

"Ay'ın gökyüzü. Sevdim."

Yağmurun sesi duyulmuyordu. Sanırım gökyüzü huzurluydu. Tıpkı şuanda benim olduğum gibi. Kalbimin bir parçası endişeliydi. Unuttuğum bir şey olduğunun sinyalini veriyordu beynim. Nedenini bilmiyordum. Bu tuhaftı. Çünkü şimdi tam da olmak istediğim yerdeydim. Bildiğim bir şey varsa o da şuydu: kalbimle beynim ilk defa anlaşıyordu. İlk defa aynı anda uyarı sinyali veriyorlardı. Ambulansın sesini duyuyordum beynimde. Gitmezsem çok geç olacakmış gibi. "Dur!" demezsem alevler okyanusla buluşacak ve bu kez son felaketten de öte olacakmış gibi. Son başlangıcım olmamış mıydı ? Yoksa sonun getirdiği başlangıç mı sonum olacaktı ? Başlangıcı getiren sonsa bu kez sonsuz bir son olurdu.

Bir yıla yakın bir süredir arkadaşlarımla konuşmuyordum. Bora gittiğinde ilk zamanlar gelen "üzgünüm. İyi misin? Nasılsın? İçini dökmek istersen buradayım." ve benzeri mesajlara verdiğim "iyiyim" gibisinden birkaç cümlelik mesajlar dışında kimseyle konuşmamıştım. İyi değildim ama iyi olduğumu söylemiştim. İyi olmadığımı söyleseydim saçma konuşmalar yapacaklardı. Ve saçma tesellilerdense yalnızlığı tercih etmiştim.

Gökyüzünde yıldızlar ve Ay vardı. Yıldızlar sadece geceleri ortaya çıkardı. Bazen bulutlar sarardı gökyüzünü yıldızlar hiç olmazdı. Bazen de görünmeseler bile varlığını bilirdiniz. O yıldız en yakın arkadaşınızdan başkası olamazdı. Ay, bazen güneş varken bile gökyüzündeydi. Geceleri ise hep vardı.

Bora'nın yanından kalktım ve masanın üzerindeki telefonumu aldım. Ekranı açtığımda birkaç cevapsız arama ve altı yeni mesaj bildirimini gördüm. Mesajların dördü Hande'den idi. Hande. Görünmese de varlığını bildiğim bir yıldız. Aylar önce en yakın arkadaşımdı ancak şimdi aramızın nasıl olduğunu tahmin edemiyordum. Belki de hala en yakın arkadaşımdı. Bora gittiğinde bana klasik bir mesaj atmamıştı Hande.

"Adın gibi derinsin sen. Ne yapmak istiyorsan onu yap. " yazıyordu mesajında. Derinlere inerek hissizleşmiştim bende. Şuanda aramızın nasıl olduğun öğrenmenin tek yolu ise konuşmaktı.

Saate baktım. Nerdeyse gece yarısıydı. Ay'ıma baktığımda koltuğa uzanmış bir şekilde gözlerinin kapalı olduğunu gördüm.

"Hey! Uykucu kalk oradan boynunu inciteceksin." Dedim kollarından tutup biraz sarsarak.

Gözlerini açtı ve benimle uykulu adımlarla yatak odasına doğru ilerledi. Kendini yatağa attığında gülümsedim ve yanına uzandım. Gözlerimi kapatıp uyumadan önce sağ elimin işaret ve orta parmağıyla şah damarına dokundum.

"Burası benim."

                                                                            

Karanlıkta ParlayanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin