=SİNEM'DEN=
Soğuk... İliklerime işleyen soğuk... Bir yandan, bedenimi ayıltıp kendine getiren soğuk ve bir yandan da beni uyuşturan, mayıştıran, o sıcak, güvenli, içinde kaybolduğum el... İnsanı kendinden geçiren müthiş kombinasyon...
" MAVİ ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ"
Büyük yazının olduğu kapıdan geçip içeriye doğru ilerlemeye başladık. O garip histen kurtulamamıştım hâlâ. Sanki biri bizi takip ediyormuş gibi durmadan arkama bakıyordum. Sanki bütün gözler bize çevrilmişti, herkes bizi arıyordu. Emir elindeki elimi baş parmağıyla hafifçe okşayarak kulağıma eğildi.
"Kimse bizi aramıyor. Paranoya yapmana gerek yok."
"Ama öyle hissediyorum. Sana da herkes bize bakıyormuş gibi gelmiyor mu?"
Derin bir iç çekti.
"Geliyor. Sanki birileri sürekli bizi izliyormuş gibi. Bununla nasıl yaşayacağız bilmiyorum."
Dalga geçer gibi kahkaha attım.
"Merak etme, bizi beş yıldır delirtemediler, daha da delirmeyiz. Tehlikenin büyük bir kısmını atlattık."
Başını 'Evet' der gibi salladı yavaşça. Kolunu omzuma attı. Yüzünü aramızdaki boy farkından göremiyordum ama güldüğünü hissedebiliyordum.
Binanın girişine geldiğimizde, farkında olmadan orada burada gizlenmiş bir kamera aradı gözlerim. Yaptığımız her şeyi kaydeden bir kara kutu. Aradım, taradım ama bulamadım. Kocaman merdivenleri birbirinden ayıran üç sütunun en sağda duranına göstermelik koyulmuş, çalışmadığı her halinden belli olan sözde güvenlik kamerası dışında hiçbir tehlike yoktu ufukta. Uzun zaman sonra ilk defa bir yere izlenmediğimi, takip edilmediğimi bilerek, gönül rahatlığıyla giriyordum. Buna alışmam gerektiğinini düşündüm bir an ama sonra fark ettim ki, eski alışkanlıklarımın peşimi bırakması henüz imkanlar dahilindeymiş gibi görünmüyordu.
"İçeri girelim mi artık?"
Emir'in sesiyle kendime gelmiştim, zira birkaç dakikadır girişte durup hayran hayran içeriyi seyrettiğimin farkında değildim. İyi hissetmiyordum kendimi. Sanki her an kötü bir şeyler olacakmış gibiydi.
Bu belirsizliğin basit bir açıklaması vardı belki de. Sadece korkuyordum. Ama ben, Sinem Ardınç, bu zamana kadar hiçbir şeyden korkmamış cesur kız, bunu yediremiyordum kendime. Ben korkmazdım. Ben kaygılanmazdım. İçinde bulunduğum durumu en iyi şekilde analiz eder, elimde bulunan imkanları etrafımdaki insanlar için en iyi şekilde kullanmaya çalışarak aldığım riske bakmaksızın işi profesyonel bir biçimde hallederdim.
Derin bir nefes alıp ne yapmam gerektiğini düşündüm, özüme dönmeliydim. Sanırım şuan yapabileceğim en iyi şey, alışmam için kendime biraz zaman tanımak olacaktı.
Vakit kazanabilmek için konuşmaya karar verdim. Klasik repliğimi tekrarlayıp hafif bir nostalji havası vererek işe başlayabilirdim.
"Sence bundan sonrası zor mu olacak kolay mı?"
Gözlerinin yeşili koyu bir renge büründü bir anda. Anlamıştı. Ne yapmaya çalıştığımı fark etmişti, çünkü en iyi o tanırdı beni. Herkesten, kendimden bile iyi tanırdı.
Tanıştığımızda 5 yaşındaydık. Ailelerimiz arkadaştı. Aklımızın yettiği zamanlardan itibaren meftunduk birbirimize. 15 yıldır bırakmamıştı elimi, bırakmayacaktı da, biliyordum. Nasıl o beni benden iyi tanıyorsa, ben de onu ondan iyi tanıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞİKAYETİM VAR AŞKTAN...
Novela Juvenil"Boğaz köprüsü silüetini aratmayan Ankara manzarasını odamın balkonundan - belki de son kez- izlerken, gecenin alacakaranlığında şarapnel mermileri gibi yanan yıldızların en parlağına dikmiştim gözlerimi. O anda, 5 sene önce, aynı yerden yıldızları...