-1-

9 1 0
                                    

Soluk almasıyla beraber burnuna dolan duman kokusu gerçeği idrak etmesini sağladı.

Sadece yürüyordu, ne kadar yürüdüğünü bilmiyordu ama, ardındaki alevler de onunla beraber her şeyi yutarak ilerliyordu. Acelesi yoktu alevlerin, usulca ilerliyorlardı, yavaş yavaş.Sis o denli yoğun o denli güçlüydü ki etrafındaki hiçbir şeyi göremiyordu. Belki ormandaydı belki şehrin göbeğinde, görmeden ilerliyordu garip olansa hiçbir şeye çarpmıyor oluşuydu.
Sis sürekli yoğunlaşır haldeydi, sanki ona etrafı göstermemek için emir almış bu emir doğrultusunda da hayatı pahasına uğraşıyordu. Arkası yangın yeri önü duvar gibi sis kaplı olmasına rağmen ilginç bir şekilde hiçbir duygu barındırmıyordu içinde. Buğday tanesini görmesiyle başlayan bu süreç belki de ona hayatının en büyük hatasını yaptırmıştı ya da yaptırıyordu. Hiç önemli değildi. O buğday tanesini bulması, tekrar görmesi gerekiyordu. Yürüyerek geçen onca zamanın sonunda usulca başını kaldırdı, gözlerini yukarı diktiğinde gökyüzü olması gereken yerde yine sis olduğunu gördü. Bunu yaparken usulca kollarını havaya kaldırdı. Avuç içleri de kendisi gibi yukarı bakıyordu. En uzak noktadan başlayarak sis dağılmaya başladı ancak sadece havadaki sis dağılıyordu, yaşlı bir adamın merdiven çıkması gibi hiç acele
etmeden, yapacak daha iyi bir işi yokmuşcasına ağır aksak dağılıyordu.
Sislerin dağılmaya başladığı o ufak açıklıkta bir hareketlilik sezdi gözleri, buğday tanesi
görünmeye başlamıştı. O'nun da hiç acelesi yoktu ama O'nun yavaşlığı kutsaldı. Yıldızsız ve bulutsuz gecelerde çıkan dolunay gibi ihtişamlı olmaktan daha çok ihtişamın kendisiydi. Heybetliydi. Bir buğday tanesi nasıl böyle olabilirdi? Kudretliydi. Her şeye hükmediyordu ve bu hükmediş ilahiydi. Doğa ona itaat ediyordu. Bu itaat ibadet gibiydi. Her şey ona teslim olmuştu. Buğday tamamen görüdüğünde herşey durdu. Sis durdu ama dağılmadı, zaman durdu. Hiçlik vardı sadece ve hiçliğin bile sahibiymiş gibi duran buğday tanesi. Kalbinin titrediğini hissetti,sadece kalbi değil bütün vücudu parmak uçlarına kadar titriyordu, hücreleri titriyordu, atomları bile titriyordu. Buğday yavaş yavaş uzaklaşmaya başladığında sis de onunla eş zamanlı olarak hareketlenmeye başladı. Şimşek çakmaya yıldırımlar düşmeye başladı. Hala göremiyordu etrafını. Karanlık değildi ancak aydınlık da değildi. Hiçlik gibiydi.
Buğday bütün heybetiyle havada uzaklaşırken, ona eşlik eden tüm bu şimşek ve yıldırımlar ona muazzam bir görüntü katıyordu. Gözlerini bile kırpmadan izliyordu gökyüzünü, elleri hala avuç
içleri yukarı bakacak şekilde olmasına rağmen artık ayakta değildi. Kendi acizliğine acır gibi,yardım ister gibi dizlerinin üzerine oturmuştu.
Hava çığrından çıkmıştı artık. Yıldırımlar yeryüzüne ulaşıyordu. Oysa o korkmuyordu aksine hayran olmuştu. Buğdayı bir kaç saniye daha görecekse eğer yanmaya razıydı. Buğday tamamen kaybolduğunda kolları cansız manken gibi iki yanına düştü.
Her şey eski halina döndü biranda, sanki buğday hiç var olmamış gibi unutulmuştu. İçini büyük bir korku kapladı. Artık hissediyordu. İçindeki doldurulamaz aslında doldurulamayacağını sandığı o
koca boşluk kısa süreli de olsa dolmuştu ama artık yoktu. Boşluk yerini acıya bırakmıştı. Evet duyduğu korku ona acı veriyordu. O buğdayı tekrar görmeliydi. Bulmalıydı onu.Hızla ayağa kalktı.Koşmaya başladı. Sanki son koşusu buymuş gibi koşmaya başladı. Hayatı buna bağlıymış gibi.
Hiçlikte hiçliğin sahibini arıyordu. O da teslim olmak istiyordu, bu uğurda feda etmek istiyordu kendini. O koştukça etraf hareketleniyor, sis daha da koyulaşıyor, yıldırım ve şimşekler güçleniyor,zaman daha hızlı akıyordu. Buğdayı tekrar görme arzusu ona güç veriyor daha çok koşuyordu.
Ne kadar süre koştuğunu, kaç zaman geçtiğini bilmeden koşuyordu ve bu koşu onu tüketiyordu.
Artık koşamaz hale geldiğinde sağ omzunda bir ağırlık hissetti. Ansiklopedi kalınlığında ağır bir defter vardı omzunda. Yolun sonuna geldiğini biliyordu artık. Ağlamaya başladı. Gözyaşları deftere damlarken defter ıslanmıyordu. Düşündüğü tek şey buğdaydı son bir kez daha görmek istiyordu. Daha şiddetli ağlamaya başladı. Hıçkırıkları nefes almasını engelliyor zaten zamanla gücünü kaybetmiş bedenini sarsıyordu. Hayatında görüp görebileceği en güzel el gözyaşlarını silmek için ona uzandığında elin sahibi " Artık gidiyorsun. Her şey bitti." dedi. Şefkatli gözlerle bakıyordu ona. Gülümsedi. Oda buğday kadar güzeldi. Elinden tutup kaldırdı.
"Hadi" dedi.
Gülümsemesi huzur vericiydi.
"Kavuşuyorsun O'na".
Buğdayına kavuşacaktı sonunda ancak artık eskisi gibi değildi. Yaşlanmıştı. Vücudu kırışmış, saçları beyazlamış, sağlığını kaybetmişti. Buğdayın karşısına böyle çıkamazdı,biliyordu. Yaşlı gözlerle baktı karşısındakine, yine şafkatli gözlerle bakıyordu yine de o gözlerde muzip bir parıltı gördüğünü sezdi, yanılmamıştı da. O parıltı çok geçmeden tüm yüzüne yayıldı ve koca bir sırıtış halini aldı. Ve bir anda kendini havada buldu.Hayır uçmuyordu. FIRLATILMIŞTI! Sürekli yukarı doğru gidiyordu. Her bir katmanda güçlendiğini
hissediyordu...

VENEZIA (Kısa Hikaye)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin