Hızla yatağımda doğruldum. Saate baktığımda gecenin üçünü gösteriyordu. Yine kan ter içinde kalmıştım. Ayaklarımı yatağımın kenarından sallandırıp başımı ellerimin arasına aldım. Bu sıralar baş ağrım fazlasıyla artmıştı. Soğuk zeminle temas eden ayaklarımın üstüne ılık bir şey damladı. Burnumun kanadığını fark ettiğimde başımı arkama çevirip yatağa baktım. Beyaz çarşaflar, üstüm kan olmuştu.
Odadaki küçük banyoya ilerledim ve işlerimi hallettim. Daha banyodan adımımı atar atmaz bir tuhaflık olduğunu sezmiştim. Kendimi çok garip hissediyordum. Sanki kendimi güçlenmiş gibi hissediyordum. Bugünün oldukça tuhaf geçeceğine dair bir his vardı içimde.
Üstüme değiştirip dijital anahtarımı boynuma astım. Anahtarı kapıya okutup koridora adımımı attım. Her sabah karşılaştığım şu duvara bir manzara tablosu assam fena olmazdı aslında. Sürekli beyaz eşyalar kullanıyorduk ve bir süre sonra insan kusacak kadar sıkılıyordu bu renkten.
Elbette ki ben farklıydım ve genelde siyah kıyafetler giyiyordum. Ya asker tipi giyinirdim yada siyah kıyafetler.
Asansörle üç kat aşağı inip ana merkeze ilerledim. Kimseye yakalanmak istemiyordum. İşlerimi halledip kimseye görünmeden tekrar odama çıkmak istiyordum.
Bugün büyük gündü. Bu tesise geldiğimden beri 6 ay geçmişti. Bu günü önemli bir gün kılan başka bir nedense daha önce uyarılmama rağmen gizli evrakları çalacak olmamdı.
Aslında çalmayacaktım. Eğer çalarsam yoklukları anlaşılırdı ve bende yakayı ele verirdim. Bu yüzden sadece fotokopilerini çalacaktım. Her şeyin bir fotokopisini çekmeleri iyi oldu.
Etrafa baktığımda bir kaç güvenlik görevlisi ve çalışandan başka kimse yoktu. Tekrar saati kontrol ettiğimde bir saatim kaldığını fark ettim.
Hızla bir kat daha indim ve arşiv odasının bulunduğu koridora saptım. Burası büyük bir tesis olabilirdi ama bende çok canı sıkılan bir insandım. Ve burada sıkıldığımda yaptığım tek şey gezmekti.
Tek tek odaların isimlerini okudum.
"Bu değil, bu değil, bu değil, burada olmalıydı. Hah! İşte burada!"
Kartımı okutup kapıyı açtım. Aslında açmaya çalıştım. Çünkü her kartı okuttuğumda hata verdi ve kapının kolu boşa döndü. Tekrar denedim ama olmadı.
"Senin kartın o kapıyı açmaz. Tabi bir birinci seviye bilim insanı değilsen." Arkamdaki kendinden emin ses ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı sanırım.
Arkamı döndüm ve Bayan Brown'a baktım. Soyadının aksine sarı düz saçları, yeşil iri gözleri vardı. Bu yaşına rağmen sıkı bir vücudu olduğu üstüne tam oturan gri kalem eteği ve beyaz gömleğinden belli olurdu. Gerçi pekte yaşlı sayılmazdı.
"Burada ne yapıyorsunuz Bay Arınç?" Hemen bir şey uydurmalıydım yoksa şüphelenecekti.
Hadi oğlum düşün bir şeyler!
"Bayan Brown, ne yapabilirim ki, her zaman ki gezintilerim." Neyseki fazla üstelemedi ve konuyu değiltirdi.
"Lütfen benimle gelin Bay Arınç."
"Bora. Bora demeniz yeterli."
"Bay Arınç demeye tercih ederim,şimdi lütfen benimle gelin. Umarım daha revire gitmemişsinizdir." Başımı olumsuz anlamda salladım. Yüzüne yerleşen gülümseme ile revire doğru ilerledi.
Revire girdiğimizde hemşire yanıma gelip beni sedyeye oturttu. Elindeki mavi sıvıyla dolu enjektörü koluma yaklaştırdığında kolumu geriye çektim. Başımda dikilen Bayan Brown'a döndüm.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Perdenin Arkasından
FantasyBir gece yarısı duyduğu sesler ile uyandı.Küçük bağ evinin bahçesine çıktığında gökyüzünden düşen parlak taşlar gördü. Şiddetli rüzgar ve yağmur yüzünden ayakta durmakta zorlanıyordu. Üstüne düşen parlak taşlardan kaçarak eve yöneldi. Koşarak içer...