"Planı anladın değil mi?"
"Evet, daha kaç kez söylemen gerek anlamıyorum."
"Pekala öyleyse başlıyoruz."
Ayağa kalktım ve masada duran dijital anahtarlardan Clara'ya ait olanı aldım. Bugün ikinci dozu almıştım ve istemsiz yere hala bazen vücudum kasılıyordu. Sessizce yürümeye başladım. Kolumdaki saate baktım ve iki dakikam olduğunu fark ettim. Serum inceleme laboratuvarına girmek için kapsına doğru yürüdüm. Tekrar saate baktım.
5 saniye..
4 saniye..
3 saniye..
2..
1! Anahtarı okuttum ve içeriye girdim. Clara'nın dediklerini hatırlamaya çalıştım.
Sağa dön, karşındaki duvarda duran rafa yüzünü döndüğünde solunda kalan mavi renkli serumlar.
Hemen serumları bulup koyabildiğim kadarını ceketimin cebine koydum. Saate baktım. Bir dakika içinde Ahmet'in etkisiz hale getirdiği kameralar devreye girecekti. Hemen çıktım ve kafeteryaya ilerledim. Boynumdaki anahtarı çıkarıp elime aldım. Uzaktan gelen Ahmet ile selamlaşır gibi yapıp anahtarları değiştirdim. Daha sonra ise odama ilerledim. Odama girip bekledim. Biraz sonra kapı tıklatıldı. Dijital anahtarı okutup kapıyı açtım. Clara elindeki dosyaları bana uzattı. Hemen aldım ve ceketimin içine sabitledim.
"Bu belgeleri almayı nasıl başardın?"
"Ben birinci seviye bir bilim insanıyım. Unuttun mu?"
"Hayır ama birinci seviye biliminsanlarının bile ulaşamayacağı yerler var sanıyordum." Gülerek konuşmaya başladı.
"Öyle zaten ama benimde elim kolum uzundur."
Fazla üstelemeden odadan çıktım. Clara dijital bir anahtar uzattı. Dış kapıyı ancak bununla açabilirsin. Unutma şifre 4432."
Kafamı tamam anlamında salladım. Anahtarıda diğer cebime tıkıştırıp hızlıca yürümeye başladım. Asansörü es geçip merdivenlerden çıkmaya başladım.
Bu tesis yerin altında olduğundan 0 deniz seviyesine çıkmak için yukarıya çıkıyorduk. Son kata geldiğimde ayaklarım ve ellerim kasılmaya başladı. Biraz dinlenmek için oturdum. Bu arada belgelere göz atmayı da ihmal etmedim.
Belgeleri sadece okuyordum. İdrak edemiyordum. Çok fazla bilimsel içerik vardı. Tüm sayfaları atlamadan okudum. Tekrar ceketimin içine sabitledim ve merdivenleri çıkmaya devam ettim.
Son kata geldiğimde benimde sonum gelmişti. Keşke asansörü kullansaydım demeden edemedim. Clara'nın verdiği anahtarı önümde bulunan dev kapıya okuttum. Ekranda beliren tuşlara elimi uzatarak şifreyi girdim.
Kapı bilindik 'click' sesiyle açıldı. Vay canına! Bu kadar kolay olmasını beklemiyordum. Kapının açılmasından üç saniye sonra yüksek sesli alarm ötmeye başladı. Tehlikenin kokusunu alıp koşmaya başladım.
6 aydır ilk kez gün ışığı görüyordum. Daha buna sevinemeden arkamdan adım sesleri duyuldu. Daha hızlı koşmaya başladım. Burası ıssız bir yerdi. Yalnızca ot vardı. Arkasına saklanabileceğim ağaçlar bile yoktu. Tüm gücümle koşmaya başladım. Arkamdan koşanları umursamadan canımı kurtarmak için koşuyordum. En sonunda ensemde hissettiğim ağırlık ile yere yuvarlandım. Üç tane adam beni kollarımdan ve omuzlarımdan tutup ayağa kaldırdı. Karşımda duran sinsi şeytana baktım.
"Melissa Brown! Anlaşmamızda bu yoktu!"
"Hangi anlaşma? Ah, bunu mu diyorsun?"
Kendisine uzatılan yaptığımız anlaşma olduğunu varsaydığım kağıdı yırttı. Sinirle bana baktı.
"Sence bunca zaman sonra senin gitmene izin verir miyim?! Her şeyimi senin üzerine harcadım! Hiçbir yere gidemezsin!"
Delirmiş olmalıydı. Kesinlikle bu deli kadını ülkesine geri göndermeliydiler.
"Bana bak, ne meteor yağmuru umrumda ne de bana etkisi. Sizinle gelipte sizin kobayınız olacak değilim!"
"Senin rızanı isteyen yok zaten. Götürün!"
Ensemde hissettiğim ikinci ağırlıkla bu sefer gözlerim kapanmaya başladı.
***
Gözlerimi açtığımda Selin karşımda dikiliyordu. Yorgunluktan kendimi ölecek gibi hissediyordum.
"Sonunda."
"Ne zamandır baygınım?" diye güçlükle sordum.
"On yedi gündür."
"Ne-nasıl?"
"Tekrar kaçarsın diye sürekli seni uyuttuk. Yani ben yapmak zorundaydım. Emirler böyleydi."
Öyle çok yorgundum ki nefes bile alamayacak gibi hissediyordum kendimi. Elimdeki morlukları görünce sorarcasına ona baktım.
"Önlem aldılar. Bu arada her gün aksatmadan serumu verdiler. Son serumu yarın alacaksın."
Selin sessizce odadan çıktığında güçlümle yatakta doğruldum. Kendimi ölecek gibi hissediyordum. Yeni serumu almaya başladığımdan beri böyleydi. Her ne için o serumu bana verdilerse istedikleri şeye dönüşmediğime emindim.
Ölüyorum.
O serum beni öldürüyor. Buradan çıkmam lazımdı ama nasıl? Öylece oturup ölümümü bekliyordum. Bir plan yapmam lazımdı. Oturup dakikalarca düşündüm.
Dakikalar dakikaları, saatler saatleri kovaladı. Neredeyse sabah olmuştu. Bu süre içinde Clara bir kez yanıma gelmişti. Buradan kaçamayacağımı ve benim için en güzel sonun ölüm olacağını söylemişti.
Aklıma gelen fikirle gülümsedim. Belkide ölüm buradan çıkmamı sağlayabilirdi. Ben bunları düşünürken kapım çalındı ve sarı saçlarıyla Clara kapıdan gözüktü.
"Hey! Nasılsın?" Dudaklarım bilmişlikle yana kıvrıldı.
"Sen haklıydın Clara." dedim. Kapıyı örtüp yanıma otururken anlamadığı yüzünden belli oluyordu.
"Ne konuda?"
"Haklıydın. Ölüm benim için en güzel son. Ve her son yeni bir başlangıç." dedim. Ve dediklerimi anlaması için tane tane konuşmaya başladım.
***
Benden beklenmeyecek büyük bir sakinlikle biraz ileride duran camlı odaya ilerledim. Yanımda yürüyen adamlara bir bakış atarak içeriye camlı odaya girdim. Benim için ayrılmış sedye tarzı yere oturdum ve beni izleyen herkese bir bakış attım. Gözlerim Melissa Brown ile kesişince sağımda duran mikrofona basılı tutarak konuşmaya başladım.
"Melissa Brown? Bu büyük günde sizi aramızda görmek ne güzel."
Tüm konuştuklarımı duyduğunu biliyorum.
"Partiye hoş geldiniz! Neyse, size bir soru sormak istiyorum esasında. Bana verdiğiniz bu serum ne? İçinde ne var?"
Kimse bir şey söylemiyordu. Herkes Melissa'ya bakıyordu.
"Sencede bunu bilmek hakkım değil mi Melissa? Üstelik birazdan öleceğim. Bunu biliyorsunuz değil mi?" dedim diğerlerine bakarak.
"O serumun beni günden güne tükettiğini biliyorsunuz." Aniden gelen öksürme krizi ile öksürmeye başladım. Uzun bir öksürük sonucu ağzımdan kan gelmeye başladı. Elimdeki kanı camın dışından beni izleyen insanlara gösterdim. Hepsi ayaklanmaya başladı. Tekrar öksürüp gözlerimi kapattım. Uykum geliyordu. Bilincimin kapandığını hissediyordum.
Ölüm sonunda beni bulmuş muydu? Sonum başlamış mıydı?
"Sen amacına ulaşamadan ölüyorum." dedim güçlükle. Son hatırladıklarım ise Melissa'nın '' 'Ölemez! Uyandırın onu!' diye bağırmalarıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Perdenin Arkasından
FantasyBir gece yarısı duyduğu sesler ile uyandı.Küçük bağ evinin bahçesine çıktığında gökyüzünden düşen parlak taşlar gördü. Şiddetli rüzgar ve yağmur yüzünden ayakta durmakta zorlanıyordu. Üstüne düşen parlak taşlardan kaçarak eve yöneldi. Koşarak içer...