Bölüm 2

107 1 0
                                    

Başınıza gelen olaylardan dolayı asla Tanrıyı suçlamayın. Çünkü O, en iyi senaristtir. İnanıyorsanız tabii..

İçeriden fayansa dikine düşen şu sesleri gelmeye başladı. Buz prenses duş alıyordu, benim kanamamsa hala durmamıştı. Bir çakmağın bu kadar tehlikeli bir suç aleti olabileceğini hiç düşünmemiştim. Demek ki çakmak deyip küçümsememek lazımmış. Ecza dolabindan bozma dolaptan pamuk ve tentürdiyot alıp yarayı temizledim. Ardından ufak bi yarabandı yapistirdim. Uzun uğraşlarım sonucu zar zor durmuştu kan, tam sol kaşımın dış kısmına denk gelmesi ise ayrı bir karizma katmıştı bana, ya da bu çocukluktan gelen boş bir fiyaka olarak aklıma yer edinmişti. Daha fazla çıplak oturmak istemediğimi fark ettim. Pantolonumu giymek için elime aldığım sırada Eflatun içeri girdi. Bedenine sardığı havlu, sırılsıklam teni, ıslak saçları ve kırmızı gözleri ile karşımda duruyordu. Ben Pantolonumu aldım ve kapıya yöneldim.

-Ben çıkayım, sen üstünü giy.

Tam karışma geçerek kapı ile arama girdi ve çıkmama engel oldu. Bakıştık. Beni tahrik etmeye çalıştığını o an fark ettim. Yavaşça vücuduna sarılı olan havluyu serbest bıraktı. Ardından ellerini omzuma koyarak kulağıma yaklaştı ve fısıldadı.

-Senden son bir kez benimle sevişmeni istesem?

Cevap vermedim. Bundan cesaretle önce yanağımı, ardından dudaklarımı öptü. Dudaklarımı öpmeye devam ederken aniden durdurdum onu. Yapmaması gerekiyordu. Yaptığı hatadan sonra yapmamalıydı. Aklıma geldi ve iğrendim ondan. Kızdım. Yatağa doğru itim ve odadan çıktım.

Duşa girmemle çıkmam bir oldu. Temiz kıyafetler giymek için odaya girdiğimde bavulunu hazırlıyordu. 1 2 parça eşya alıp odadan çıktım. Giyindim ve cok sevdigimiz mutfağın küçük balkonuna oturarak sigara yaktım. Saat 8.30 civarı olmuştu. Otobüs 10 da kalıyordu. Şimdi kalkıp içeri girip "Gitme" desem gitmeyecekti ama artık ona nasıl güvenirdim ki? Bir yanım yalvar yakar onu engellemem gerektiğini söylüyordu, diğer yanım ise bir an önce hayatımdan çıkarmam gerektiğini. Peki kolay olacak miydi bu kadar? Hemen unutacak mıydım ve çıkarabilecek miydim hayatımdan? İşte bu konuda çok ümitli değildim. Kendimi tanıyorum çünkü. Her gece kendime anıları hatırlatarak, fotoğraflarımıza bakarak, hüzünlü şarkılar eşliğinde içtiğim rakı dublelerinde anacaktım onu. O bilmeyecekti ama ben tükenecektim. Yavaş yavaş, azar azar. Ne olacak böyle? Zaman geçmiyor. Kafamda onlarca şey dönerken hiçbirine odaklanamıyor ve hepsine ayrı ayrı üzülüyorum. Buz prenses gidecek ve belkide bir daha asla olmayacak yanımda. Belki kısa bir süre sonra başkası ile beraber olur, bende rakı dublelerime ekleyecek koskocaman bir bahane edinmiş olurum. Kadınlar böyledir badi, önce hiç unutmayacaklarına seni inandırırlar, ardından sen daha Efkar sigaradan tek duman çekmeden başkasının kollarında teselli ararlar. İşte bu da biz seven erkeklerin bittiği noktadır, cehennemidir yani. Her şeyin devası var da işte bunun yok. Bu dert değil çünkü, bu çok daha mel'un bir keder.

Eflatun mutfak kapısında, elinde çantayla belirdi. Birkaç saniye beni izledikten sonra cantayı yere bıraktı ve yanıma geldi, tam karşıma oturdu. Kaşımdaki yarayı inceledi bir süre, ben farketmemiş gibi yapınca o da üstelemedi. Masada duran paketten bir sigara yaktı, derin bir duman çekti ve "Of"lar eşliğinde doğayı nefes borusundan çıkan duman ile kirletti.

-Seni burda oturduğumuz zamanları çok özleyeceğim.

"Bende" dedim içimden ancak dışardan görseniz beni sağır sanarsınız. Öyle tepkisiz, öyle aciz duruyordum çünkü. Bir şeyler söyleyecekti belliki ancak yanlış cümlelerin teker teker üstünü çiziyor gibiydi. Sonunda çıktı ağzından bir kaç kelime.

-Ne olursa olsun aslında biz iyi bir..

-Biz yok, sen ve ben var.

Ne zamanbu denli sabırsız olmuştum dinleme konusunda? Sanırım dün geceden itibaren. Buz prenses ağzına tıkanan lafı toparladı ve tekrar konuşmaya başladı.

-Sen ve ben, aslında iyiydik. Her şeyi mahveden benim.

-Sen mahvetmedin Eflatun, öldürdün.

-Deme böyle şeyler, hayat devam ediyor ikimiz içinde.

Sinirlenmiştim. Sanki bi anda rolleri değiştik ve vurdumduymaz rolüne bürünen o olmuştu.

-Ben sadece fiziksel olarak ölümden bahsetmiyorum Eflatun, Eflatun'u görmemiş yüreklerin paramparça olmasından bahsediyorum. Asıl ölüm budur!

Şiir gibi konuştum, yine. Bunun o da farkındaydı ama şu an bana takılabileceği bi durumda değildik. Bir şeyler söylemeye çalıştı ancak söyleyemedi. İyiki de söylemedi. Biraz daha konuşsaydı "Gitme" derdim. Oturur ağlardım ve buz prenses beni ilk kez ağlarken götürdü. Kendimi biliyorum, Sağım solum belli olmaz benim. 20 dakika sonra kapıdaydık. Son kez bakıştık. Bavulunu yere bıraktı, bana sarıldı. Ellerim onu sarmaya gitmiyordu ama içimde çığlık çığlığı bağıran bir ses vardı.

"LÜTFEN GİTMESİNE İZİN VERME"

Verdim. Son kez öperken dudaklarımdan, göz yaşlarının tuzlu tadını almıştım ve o tadı ömrüm boyunca unutmadım. Eflatun gitti ve ben kapıyı kapattım. Artık buz prenses hayatımda yoktu. Garip bi eksiklik bu, annenin babanın hiç beklenmedik andaki ölümü gibi. Evdeki o saçma sapan boşluk ya da eksiklik. Artık nasıl tasvir ederseniz. İşte buz prenses bende öyle bir boşluk bırakmıştı.

Mutfak balkonundan o gözden kaybolana kadar izledim onu. O da 7 8 defa dönüp bana baktı. Her baktığında ağlaması çok daha şiddetliydi. Bense ağlayamadığıma şaşırıyordum. O gözden kaybolduktan sonra 15 dakika kadar ayrılmadım balkondan. Neden ayrılmadığımı sormayın, bilmiyorum. Belki geri gelir ümidi ile, belki bambaşka bir sey. Bilmiyorum. Sonra içeri geçtim, yatağa oturdum. Son hatırladığım şey ise, aglamaktan başıma girmiş ağrıyı, duvara kafa atarak durdurmaya çalışmamdı.

EflatunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin