1. BÖLÜM

630 130 208
                                    

Küçük mahallemizin çılgın kedileri bağrışmaya başladığına göre gün çoktan başlamıştı. Mahallemizin tarih öncesinden izler taşır gibi bir hali vardı. Kediler bile eskimişti sanki. Ağaçların arasındaki seyrek binalar iğne topuzu kadar ufaktı. Evimizden sesi duyulan ama katiyen görünmek istemeyen deniz, seslere bakacak olursak epey öfkeliydi.

Sokağımızda yaklaşık 10 ev vardı. Eğer dikkatli dinlerseniz Hatice Teyze'nin çayını saatlerce karıştırıp, zaten çeyrek kaşık attığı şekerin eridiğini kabul edemeyişini duyabilirdiniz. Yine iki arabanın yan yana geçmesinin imkansız olduğu yolda arabalar karşı karşıya gelmiş, köprüde birbirine yol vermeyen keçiler gibi bekliyorlardı. Saatin kaç olduğunu fark edip üzerimi değiştirmek için oturduğum yerden kalktım. Bugün nedense pijamalarıma veda etmek her zamankinden zor gelmişti. Aynada kendime baktım. Uzun zamandır tatildeydim. Yatıp yuvarlanmakla meşgul olduğumdan kendimle ilgilenememiştim. Arkadaşlarıma göre sarı; bana göre açık kahverengi olan saçlarım belimi geçmişti. Ela gözlerim bugün neredeyse sarı gibiydi. Tarağı elime aldım ve kıvırcığa yakın dalgalı saçlarımı gelişigüzel taramaya başladım. Üzerime de mavi bir elbise geçirdikten sonra odanın ortasına geçip birkaç dakikalık saygı duruşunu andıran hareketsiz bekleyişimi yaptım. Bu bekleyiş nedendi bilmiyorum. Küçüklüğümden beri ne zaman içim daralsa amaçsızca beklerdim. İçimde okulların yakında açılıyor olmasına bağladığım bir sıkıntı vardı. Odanın ortasında öylece bekliyordum. Ta ki annemin odadan içeri dalıp

"Öykü, çekil şu yolun ortasından misafir gelecek! Git bana kovayı getir!"

diye bağırışına kadar. Bu bağırış bizim için klasikti. Ne zaman misafir gelecek olsa annemin panik atağı tutar, düdüklü tencere gibi sesler çıkararak oradan oraya koşardı. Hemen banyoya koştum. Kovayı kapıp musluğun altına koydum ve suyu açtım. Bir hışırtı vardı ama su gelmiyordu. Bakmak için kafamı eğdim ve duş tarafında kalmış olan sevgili musluğumuz Antartika'dan akıp gelmişçesine soğuk olan suyu kafamdan aşağı boşaltmayı tercih etti. Boğuluyormuş gibi çırpınıp tepinirken annemin ikinci bir haykırışıyla kendime geldim. Kovayı doldurup anneme doğru koşarken saçlarımdan akan sular yerleri ıslatmaya yetmiş, anneme sadece kurulaması kalmıştı. Tabi bu benim bakış açım. Annem önce ıslak yerleri kurulayacak daha sonra kendi kendine söylenmeler içeren; ilk temizleme, temizlediği yerlerin üzerinden geçme ve son olarak da bonus olan 'fazla sabun göz çıkarmaz' silişini yapacaktı. Günümün kötü geçeceğini kabul etmiştim. Çaresizce ikinci katta olan odama çıktım. Odam benim için ayrı bir ev gibiydi. İkinci kattaki tek odaydı ve camdan bakınca gökyüzüyle karşılaşmak güzeldi. Camı açtım ve ciğerlerime her zamankinden on kat daha fazla oksijen doldurmaya çalıştım. Böylesine hızlı bir gün başlangıcı beni kış uykusunun ikinci gününde uyandırılan pofuduk bir ayı kadar sarsmıştı. Bir an aldığım nefesi vermeyi unuttuğumu fark ettim. Bir günde iki kez boğulmak bana fazla gelirdi. Kendimi daha önce de bunları yaşadığıma, çoluk çocuk toplanıp yedi sülalesiyle gelen annemin bile 'hıhh bu kimdi ki acaba?' demesine neden olan akrabalara alışık olduğumu söyleyerek teselli ettim. Annemin odama süpürge ve kovayla dalmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım. Sahi annem bu kadar şeyi nasıl taşımıştı? Tehlike bana doğru yaklaşıyordu. Annem kısa bir Terminatör filmi çekebilecek kadar çok aletle yanıma geliyordu. Süpürgenin sapını bana doğru fırlatarak işleri sıralamaya başladı.

"Odayı süpürüp yerleri sil, sonra tozları da al. Ya da yok. Toz kalkmasın sen önce tozları al. Sonra süpürüp silersin. Kapıların üstünü de güzel sil. Odada bir tane toz görmeyeceğim, şimdi çıkıyorum. Yarım saate bitir işleri sonra da yanıma gel."

"Anne camları yerleri anlarım da kapının üstüne kim bakacak ya! Hem benim odamda ne işleri var ki?"

Annem gözlerini tepetaklak devirerek bana

DÜŞLERİMİN KIYISINDA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin