Akşamın karanlığında Rixos Grand Ankara Oteline en nihayet gelebilmişlerdi, Carmita yorgunluktan ve uykusuzluktan esneye esneye bir hal olmuşken, aksine bu sefer de Serap Ayça'yı uyku tutmamıştı, sevinçten mutluluktan havalarda uçuyordu o hala. Carlos otelin kral dairesini daha önce kendileri için ayırttırmıştı sekreteri Elsa'ya. Daha sonra Elsa'dan kardeşleri için de kendilerine yakın lüks odalardan yer ayırtmasını istemişti. Bu otel rezervasyonlarında Elsa bir numaraydı. Tam gönüllerine göre rahat ve görkemli bir oteldi burası. Odaları aydınlık ve geniş kullanışlı, üstelik bol manzaralı ve etrafı kapalı olmayan şehir merkezinde bir otel olması da ayrıcalıklarından biriydi. Serap Ayça neredeyse bütün şehri ayaklar altına almış olan banyonun boydan boya camla kaplı manzarasına baktığında akşamın ışıltısı gözlerini kamaştırdı adeta. Ne kadar mükemmel görünüyordu Ankara, Serap Ayça bir kez daha burada olmaktan ülkesine ayak basmaktan mutlu oldu, gururlandı içten içe. Bir yandan şehrin hareketli ışıltısına bakıyor, bir yandan da soyunuyorken duşu açarak küveti doldurmaya çalışıyordu. Aniden banyonun kapısı açıldığında korktu önce , elindeki kıyafetlerini üzerine tutup kapıya döndü, Carlos'u görünce yüzüne derin bir rahatlamayla yüzü aydınlandı. Carlos bir adımda yanına ulaşıp onu kollarına alırken, Serap Ayça, "Çok mutluyum Carlos hem de çok, beni buraya, ülkeme, kendi topraklarıma getirdiğin için nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum, o kadar mutluyum ki.." diye söze başlamıştı ki, devam edemeden Carlos dudaklarına kapandı. Onu küvetin içine kucaklayarak bıraktıktan sonra bir çırpıda soyunup o da küvetin içine girdi. "teşekkür etmenin bir çok yolu var mi amor, işte böyle." diyerek dudaklarına tekrar kapanırken vücutları akan suyun altında alev alev yanmaya başlamıştı. Şehrin ışıkları sanki onların mahremiyetini anlamış gibi uzaktan göz kırpıyordu onlara....
Bu sırada Alberto otelden çıkmış akşam akşam şehri şöyle bir gezmek istemişti. Uçakta internetten araştırırken ülkenin bir kaosun içinde olduğunu, başkent Ankara'nın bombalarla, patlamalarla sıkça karşılaşan olaylı bir şehir olduğunu öğrenmişti. Ve Yeni Zelandalıların hayranı olduğu Atatürk'ün anıtının burada olduğunu da öğrenmiş, ilk fırsatta Atatürk'ün kabrini de ziyaret etmeyi kafasına koymuştu. Buradan ayrılmadan ya da nasipse dönüşte, bu şehrin havasını yakından soluklanmak, tanımak için şimdilik yapabileceği kadarıyla arzusunu yenemeyip dışarı çıkmıştı. Carmita uykunun çoktan esiri olduğundan, kendi başına dolanması gerekiyordu. Bir on dakika yürümüştü ve şimdi caddenin alış veriş mekanlarının ışıltısında aydınlık cadede ilerliyordu. Şu an da caddeler hareketli insanlar vızır vızırdı. Oturup içki içeceği bir yere ihtiyacı vardı şimdi otelden çıktığından beri yürüyordu. Trafik sıkışmış arabalar bir milim bile ilerlemekte zorlanıyordu. İnsanlar kaldırımları aşındırıyordu. Mekanlardan dışarı taşmış olan masalar sandalyeler hınca hınç dolup taşmıştı. Alberto'nun çok hoşuna gitti bu durum. Canlı akşam saatleri çok farklıydı burada. Onların Quenn Stret'i gibi değildi. Burada insanlar çok ilginç, çok farklıydı giyim kuşamlarıyla bile. Kimi bayanlar rahat ve özgür giyinmiş, kimi bayanların ise başları ve kıyafetleri baştan ayağa kapalıydı. Bazılarının aile olduklarını düşünüyordu, çocukları kucaklarında ağır ağır yürüyor, bazıları bir yere yetişecekmiş gibi hızla koşturuyordu. Gençler ve sevgililer biraz daha farklıydı, aşıklar her yerde aynıydı galiba romantik el ele tutuşmalar , sevdiğinin omuzuna kol atmalar vazgeçilmez klasiklerdendi. Cafe tarzı oturmalık yerler tıklım tıklım doluydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UZUN BEYAZ BULUTLARIN ÜLKESİNDE BİR SERAP
RomantikSerap Ayça, hayallerini gerçekleştirmek üzere, bu yepyeni dünyaya ayak basmıştı. Uzun beyaz bulutların ülkesine... Hayalinin ülkesi Yeni Zelanda'ya... Büyük hayaller, büyük umutlarla gelmişti. Onu nelerin beklediğini bilmiyordu ama, daha adımı...