Davetkarca geceyi kucaklayan bir gökyüzü seriliydi önümüze. Ayaklarımızı yandaki ağaçlara dayamış, parkın cılız ışıkları altında oturuyorduk öylece.
Şehir ışıkları, pek bir parlak duruyordu bu uzaklıkta. Mavili kırmızılı ışıklar parlıyor, arabaların açık sarı renkleriyle bezeniyordu tüm bulanık görüntüler.
Sen ise, önümüzden ne zaman biri geçse ona dik dik bakarak sövüyordun yüksek sesle. Defalarca ayıplayan bakışlarla, yumruğu hazır adamlarla, hatta bize doğru sopa sallayan biriyle bile karşılaşmıştık sen küfrederken.
Orta yaşlı, takım elbiseli adamın arkasından da bağırarak küfrediyordun o anda. Adam, sana kızgın bir bakış atıp hızlandırdı adımlarını.
"Böyle devam edersen biri seni çok pis dövecek."
Umursamaz bir bakış attın. "Hak ediyorum."
"Peki neden yapıyorsun bunu?"
Aynı umursamaz bakışlarla süslendi kirpiklerin yine. "Hak ediyorlar."
Anlamadığımı belirten bir ses çıkardığımda, bıkkın bir nefes verdin. "Her insan, küfrü hak eder. Ben bile. Sahi, etsene bana küfür. Dibine dek hak ediyorum bak."
Kahkaham istemsizce dudaklarımdan kurtulup buluşmuştu boşlukla. Dediklerini bir yana atıp, şımarık bir çocuğun eline bıraktım kelimelerimi. "Peki ya ben? Ben hak ediyor muyum?"
Başını aceleyle onlaylamaz şekilde salladın. "Sen bir ördeksin, Hoseok. Küfrü hak etmiyorsun."
"Ya neyi hak ediyorum?"
Meydan okur bakışlarıma alaycı bir gülüşle karşılık verdin. "Güzel cümleleri, güzel kokan pahalı çiçekleri, kaliteli şarapların olduğu sofraları..." Tekrar bir kahkaha kurtuldu dudaklarından, bu sefer bende eşlik ettim gülüşüne. Sokaklarda büyümüş biri için hazırlanmış çok uçuk bir hak edilenler listesiydi bu.
"Güzel hayal gücü," dedim kahkahalar arasında.
"Ya da sadece denize ihtiyacın vardır, bunu hak ediyorsundur."
Önce sesinin güzelliğine, sonra dediklerine gülümsedim. "Öyleyse denizim olsana."
Buruk bir kahkaha attın sen ise. "Yakında gökyüzü olacağım, Hoseok. Yanlış bir zamanda plan yaptın."
Ruhumu yaralayan cümlelere bir cevap verecekken, elini dudaklarıma bastırarak engelledin bunu. "Hak ettiklerini sana verebilecek biri değilim, Hoseok."
"Zaten... Bunu istemiyorum ki," dedim avcunun içine çarpan sesime rağmen.
"İsteyip istememen bunu değiştirmiyor. İyi birini hak ediyorsan, benimle bir saniye bile geçirmemelisin."
Elini sertçe itmiştim tekrar. Öfkenin sıcak adımlarının yankılanışları duyuluyordu zihnimde. "Buna sen karar veremezsin."
"Kendini mahvedeceksin." Sesin bu sefer cidden üzgün ve düşünceli çıkıyordu, Taehyung. Ancak o anlara baktığımda, haklı olduğunu görüyorum. Kendimi mahvetmiştim, doğru; ama bir an bile pişmanlık duymadım, oldukça tuhaf. Sen benim canımı defalarca yakmışken, tüm zihnimi tutulmamış sözlerle doldururken en ufak bir kin bile yeşermedi içimde. Seokjin, senin için hayatımı harcadığımı söyleyip durduğunda dahi pişmanlık bir kere bile uğramadı bana.
"Hayır, ben kuğu olacağım."
"Kuğu sesi öğrensene bir gün, kanat falan da yaparız sana."
"Ruhum kuğu olacak benim," diye çıkıştım.
"Çirkin ördek olan yüzün ama kuğu olan ruhun olacak, ha?"
Başımı onaylarcasına salladım. Ufak bir küfür firar etti dudaklarından o sıra. Sorgulamadım bile. Beynimi meşgul edecek şeylerden uzak tutup, sadece kalbime dek kokunla dolmak istiyordum. Yüzümü boynuna gömerken, tek düşündüğüm buydu.
Çiçek kokuları yoktu teninde, veya meyve kokuları. Keskin bir alkolün izi vardı kokunda, tozun kokusu karışıyordu ona da. Sokaktaki iki insan olarak, bu koku normaldi de. Ancak benim için, hissedebileceğim en huzurlu kokuyu sunuyordu bana tenin.
Dudaklarımdan istemsizce süzülen anlamsız mırıltılara ev sahipliği yapıyordu boynun. Sen ise, çöken karanlıkla gölgelenmiş yüzünle tek bir noktaya odaklanmış oturuyordun.
"Ne düşünüyorsun?" diye sordum kollarımı boynuna sararken.
Sen, cevabını almayı bekliyordum arsızca. Bir kere de olsa, aklına düşmek istiyordum. Bencilceydi belki. Ama öyle çok merak ediyordum ki beni düşünüp düşünmediğini, tüm bedenim dolup taşıyordu soruların darbeleriyle.
İç geçirdin. "Yujin'i."
Kollarımı boynundan usulca çektim. Hırıltılı bir gülüş çıktı dudaklarımdan. Sen aynı boşlukta, onu düşünmeye devam ederken boğazımı sıkan acıya teslim ediyordum kendimi.
Ben, hep gerideydim. Sıfır sayısıyla özdeşleşmiştim belki de.
Ben çirkin bir ördek olarak çırpınırken, kuğu olma hayalleriyle geçirirken gecelerimi; sen ise başka bir hikayenin prensiydin, Taehyung. Bizim sayfalarımız, asla kesişmedi.
Bir gün, kuğu olsam neye yarardı? Senin aklında prensesin izleri vardı. Ve ben, hiçkimse kelimesinin anlamını tekrar tadıyordum damağımda.
Ciğerlerimde bir acı yer edinmişti. Adın, hala sızlatıyor ruhumu. Kendi aptallığımla, ihtimallere olan inancımla yüzleşmiştim o gece.
"Kuğular uçar mı?" diye sordum, zar zor çıkan sesimle.
"Bilmem... Uçmaz herhalde."
"Eğer gökyüzü olacaksan uçmayı öğreneceğim de."
Tuhaf bir gülümsemeyle okşadın saçlarımı. "İmkanım olsa, ördek halinle bile seni yanıma alıp beraber gökyüzü olmak isterdim." Ardından dudaklarını büzerek bir bakış attın bana. "Ama gökyüzü olmak için... Çok çirkinsin, Hoseok."
-
Bunları yazarken benim bile içim acıdı, Taehyung'u dövesim falan da geliyor resmen kendi yazdığıma sinirleniyorum, iyi değilim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tria (τρία) || VHope
FanfictionBana her zaman üç sayısının güzel olduğundan bahsederdin. Üç kişi, üç elma, üç şans... Benim hayatıma üç el ateş eden ise baştan belliydi; benliğim, kendim ve ben. Sen üçün şansından konuşurdun, oysa ben hep şanssızdım. Jhs+Kth