Gecenin son demleri, gökyüzünün en uç köşesine sürüklenirken açmıştım gözlerimi. Başımda depremlere sebep olan ağrı, günün ilk ışıklarının da sertçe gözüme çarpmasıyla katlanarak artıyordu. Ancak bu sefer bank, boştu.
Sana ait, o alışık olduğum ağırlık gece karışıp gitmiş gibiydi.
Hızla ayağa kalkarken, korku ve endişe dört nala koşuyordu ruhumda. Taehyung, gitmiş olamazdın. Kendimden beklemeyeceğim kadar hızlı olan adımlarla çevreyi kolaçan ediyor, sana dair tek bir işaret bulmak için çırpınıyordum öylece.
Bakışlarım, hemen yandaki çalılıkların üstünde uçuşan birkaç kırmızı tutama odaklandığında, ufak bir rahatlama hissinin ruhuma dokunmasıyla harekete geçtim.
Açık yeşil yapraklar arasında oturmuştun. Bakışların, çocuksu bir masumlukla parlıyordu o sabah da. Burnundan süzülen kan, damlayarak koyu lekeler bırakmıştı tişörtünde.
"Ah, selam Hoseok. Kan temizliği yaparak damarlarımı canlandırıyordum bende." Ardından tişörtünün ucundan tutarak, burnundaki kanı sildin.
"Deli," diye homurdandım seni elinden tutarak kaldırırken. "Korktum ben."
"Öyleyse korkmasaydın. Yapabileceğim bir şey yoktu."
"Aptal." Bunu der demez yüzüne bir yumruk atmam, tamamen iç güdüsel bir saçmalıktı. Okşayıp öpmek istediğim tenine, güçsüz de olsa bir darbe atanın ben olduğu gerçeği de canımı yakıyordu.
"Ö-özür dilerim," diye fısıldadım hafif kızarmış yanağına bakarak. Burnundaki kanama, bu sefer hızlanarak başlamıştı. Gözlerimi kapatıp, bunların hiç olmamış gibi olmasını ummak da saçmalıktı. Ancak denemiştim. Ve gözlerimi açtığımda, burnundaki kanı tişörtüne silmeye devam etmeni görmek tüm suçluluk duygularımı harekete geçiriyordu.
"Sorun değil," dedin ıslak öksürükler bırakırken tişörtüne. "Hak etmiştim. Sana göt gibi davranıyorum, Hoseok, farkındayım ama..."
Devamını getirmedin. Yıllar geçmesine rağmen zihnime yapışan bir cümle oldu bu. Ama. Bu kelimeden sonrasını duymayı ne de çok isterdi ruhum. Ancak tüm kelimelerin, o an tükenip kalmıştı.
Dengesiz adımlar atıyordun yine. Soluk soluğa kalmış nefeslerle ilerliyordun. Neyin var, o zamanlar hiç bilmiyordum bile.
Banka tekrar bedenini bıraktığında, derin bir nefes aldın gözlerini kapatarak. Kaşların çatılıyor, yüzünü kırıştırıyordun öylece.
Acı.
Bedeninin hislerini tanımlayan bir tek bu kelimeyi seçebilmiştim o an. Senin bedenin hissediyordu bunu, benimse ruhum.
Ancak bir yerde, mayhoş bir tanıdıklık karşılıyordu ikimizi de. Yabancı kelimesi siliniyordu senin sesini her duyduğumda. Tüm bilindik cümleleri silip, kendi alfabeni kazımıştın zihnime.
"İyi misin?"
"İyiyim, Hoseok. Kan temizliği yapıyorum dedim ya, iyi geliyor."
Omuz silkişin bir süre sebep oldu sessizliğimize. Yerinde huzursuzca kıpırdanmalarını izledim sonra. Rahat edemediğini biliyordum ve bu bilgi, beni altüst ediyor gibiydi.
"Yorgun gibisin," diye mırıldandım.
"Belki de," dedin son kelimelerin sonunu uzatarak. Kafan bir hoş gibiydi, ve o an fark etmiştim alkolsüz de sarhoş olunabileceğini. Kim bilir, düşüncelerin ne keskin tatlar bırakıyordu sende de böylesine tükenmez bir sarhoşluğu kabul ediyordu ruhun. Kadehi çoktan hazır olan cümlelerle işgal ediliyordu belki de zihnin, ancak karşı çıkar bir halin de yoktu. Dudaklarına yerleşmiş silik bir gülümsemeyle keyfini çıkarıyordun, üzüm ve arpa kokan kelimelerinin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tria (τρία) || VHope
Fiksi PenggemarBana her zaman üç sayısının güzel olduğundan bahsederdin. Üç kişi, üç elma, üç şans... Benim hayatıma üç el ateş eden ise baştan belliydi; benliğim, kendim ve ben. Sen üçün şansından konuşurdun, oysa ben hep şanssızdım. Jhs+Kth