Bir hafta.
Son yedi gündür, tüm saatlerimizi sessizlikle dolduruyorduk. Bolca uyuyordun. Ara sıra uyanıyordun, gözlerini kırpıştırıyor, acıyla buruşturduğun bir yüzle bakıyordun bana.
Kollarımın arasında uykuyu tadıyordun sonraysa. Bense uyumuyordum fazla, saatlerce kıpırdamadan seni izliyordum. Sana bakmaya doyamazdım, Taehyung. Tüm hücrelerin, bir yapboz parçası gibi santim santim ezberimde benim.
Soğuk iyice etrafa yerleşirken, günlerimin her saniyesi seninle geçiyordu o zamanlarda. Parkta, bizi dilenci sanıp birkaç parça para atan bir kesim de vardı. İlk başta sinirle onlara bakıp paraları peşlerinden geri fırlatsam da, senin durumunu gördükçe paraları tekrar topluyor, sana yiyecek bir şeyler almak için bırakıyordum sadece seni.
Uyanık olduğun nadir zamanlardan birindeydik yine. Tuhaf mırıltılarla gerindin tekrar. Günlerdir gördüğüm bu masum anlar, güzelliğinle çevrelendiğinde acıtıcı bir anı olarak yerleşmişti hafızama.
"Yujin ile aranız nasıldı?" diye sordum bir anda. Kaşınıyordum. Canımın acımasına, şeytanların yine her köşeye yerleşmesine açıkça bir davet çıkarıyordum.
Senin gözlerinse, yorgun halkalarla çevrelenmiş bir şekilde odaklandı yine tek bir noktaya. "Bir aramız yoktu," dedin iç geçirip.
Ve öylece kaldı cümlen. Ne sen daha fazlasını anlattın, ne de ben daha çok üsteledim.
Yujin'i senden dinlemek canımı yakıyordu. Buna rağmen, onun hakkında bir şey öğrenmek için de didinip duruyordum.
Söylenmemiş onca cümle geziniyordu aramızda. Huzursuz bir şarkının nakaratı gibiydi dudaklarımdan çıkamayanlar.
İzin versen, anlatırdım seni sana sabah akşam. Dönüşü olmayan duygularım birikiyordu senin için, ruhumda. Ve sen, fark etmezdin beni. Sayıları saymaya birden başlardın, oysa ben sıfırdım. Bedenimde doluydu eksili sayılar.
"Yüzüm Yujin'e benzese... Beni sever miydin?"
Sorum karşısında rahatsız olmuş gibi kıpırdandın. "Neden sürekli ondan bahsediyoruz, Hoseok?"
"Çünkü merak ediyorum. Sana ne yaptı da onu sevdin, öğrenmek istiyorum."
Dediklerimi umursamadın bile. Koluma sıkıca sarılıp, yatar halini aldın tekrar. Ses etmedim bende. Son günlerde üzerinde hep bir yorgunluk varken, benimde üzerine gelip seni sıkmam doğru olmazdı.
Bir süre sonra, sanki aklına acil bir şey gelmiş gibi heyecanla yerinden sıçradın. "Hoseok," dedin kulağıma doğru. Adımı inler gibi söylemen, benim için büyük-çok büyük bir sorundu.
Saniyeler hızla aramızdan akıp giderken, yakınlaşan yüzün kapladı tüm görüş açımı. Gözlerim senin çehrenin güzelliğiyle dolarken, yine dudaklarımdaydı nefesin. İki kere aralıklı bir şekilde öptün beni. Yine yumuşak, yine sessiz sakin öpüşlerdi bunlar. Ancak ilki kadar yakın değildi ruhumuz, öylesine dudaklarıma emanet bir his gibi kalmışlardı zihnimde.
"Bu ne içindi?" dedim alınlarımızı birleştirirken.
"Üç verilmiş öpücük, üç de verilmemiş. Kendime yine uğur yapıyorum işte."
Belki bunu kullanılmışlık olarak görüp, kızmam gerekirdi. Ancak ruhum seni bir kere tattığından beri, yapmam gerekenleri değil istediklerimi yapıyordum. Ve isteğim, gözlerimi kapatarak yanağına burnumu sürtmekti.
Hafifçe güldün bunu yaptığımda. Bir elin sırtımı okşadığında, derin bir nefes alarak kendimi bastırdım biraz daha.
"Söylesene Hoseok... Bana takım elbise falan bulabilir misin?"
"Neden istiyorsun ki?"
"Bulabilir misin, bulamaz mısın?"
Nedenini söylemeyeceğini fark ettiğimde, ilk sorunun cevabını düşündüm zihnimde. "Bulabilir miyim... Bulurum!"
Heyecanla bağırdığımda, kahkaha atarak ayağa kalktın. Artık kelimelere ihtiyaç duymadan da anlıyordum seni, bu yüzden ayağı kalkışının gidelim anlamına geldiği bariz duruyordu artık.
Bu sefer ellerimizi birleştiren ben olmuştum. Beraber yürümek öyle güzeldi ki seninle. Klasik bir Kafka sözü yankılanıyordu zihnimde: Yanımda yürüyordun, Milena, düşünsene, yanımda yürümüştün.
Kafka'nın o heyecanını sayfalardan çekip zihnime bırakmışlar gibi hissediyordum. Ağır adımlar atıyorduk beraber. Gideceğimiz yere yönlendiriyordum seni, sen ise kendini bana bırakmışcasına ilerliyordun hafif adımlarla.
"Nereye gidiyoruz?"
Sesin usulca kayboldu havaya doğru. Bu kez cevapsız bırakan bendim soruları. Yolumuz, eski dökük bir eve çıktığında gülümseyerek tuttuğum elini sıktırdım biraz.
"Burası," dedim eve yaklaşırken. Pencerenin yanındaki saksının altındaki anahtarı alıp kapıyı açtım o sırada. Kapıyı aralayıp senin geçmen için yana çekildim. Ufak bir gülümsemeyle içeri geçtin.
Yıllardır ezbere bildiğim bu evde hareket etmek zor olmuyordu.
Salondan açılan odaya girdiğimde, ilk işim koyu kahverengi dolabı açmak olmuştu. Rafların hemen yanında, askıda duran poşetlenmiş siyah takımı aldım elime.
"Biraz bol olabilir ama, buldum işte."
"Sorun değil." Sesin, takımı incelediğinden meşgul geliyordu. Ciddiyetle dolmuş gözlerin, kıyafetin her santimini incelerken bile güzeldin.
"Teşekkür ederim, Hoseok," diye mırıldandın usulca. Ardından aklımdan asla çıkmayan o cümleyi kurdun: "Ve... Seni, hak ettiğin gibi sevemediğim için özür dilerim, Hoseok."
-
Bir sonraki bölüm final.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tria (τρία) || VHope
FanficBana her zaman üç sayısının güzel olduğundan bahsederdin. Üç kişi, üç elma, üç şans... Benim hayatıma üç el ateş eden ise baştan belliydi; benliğim, kendim ve ben. Sen üçün şansından konuşurdun, oysa ben hep şanssızdım. Jhs+Kth